Wednesday, January 23, 2008

Gözüm benimm..


Siz de farkettiniz değil mi göz fetişisti olduğumu? Blogda yazılar için çeşit çeşit göz fotoları-çizimleri koymamdan çıkarmışsınızdır diye düşündüm. Seviyorum göz organını. Çok esrarlı geliyor bana. Devamlı hareket halinde (siz dursanız da) devamlı değişen (gözbebeği büyüklüğü, rengi, parlaklığı), çok hassas, gizli- kapaklı harika organlar..
Kendi gözümü de severim, sizden saklayacak değilim :) Ayrıntısına girmeyeceğim ama gözlerimi özel bulurum. Renginin değişken olmasını severim, bir de saklı (cache :) olmasını.. Artık bu da ne demekse :) Boşverin..
Severim filan ama gözlerimi ortaokulda bozmayı da başarmışımdır. Kendim mi becerdim ben emin değilim aslında ama ailem ısrarla yaz tatili boyunca sabah-akşam, ışık azken-çokken durmadan kitap okumam sonucu gözlerimi bozduğuma inanmışlardır. Ters giden şeyler olduğunda hemen ve daima kendimi suçlamam ailemin eseri olabilir. (Sigmund Freud, analyze this :)) Çözümü de hemen ve daima dışarda aramam ise sanırım benim eserim, bu da kendimi suçlama olduğuna göre ortada bir sarmal var, nalet olsun.. :)
Dün bu pek sevdiğim gözlerimi muayene ettirmek için hastaneye gittim. Yeni gözlük alacağım, numaramı update edeyim dedim. Rutin muayene safhalarını atlattık, sonra gözüme ışık tutarak "sağ kulağıma bak" dedi doktor, ben panik oldum sağ kulağının hangisi olduğunu tayine çalışıyorum (evet sağı solu karıştırırım) o sırada gözüme yedim ışığı, artık görüş açımda tek kulağı vardı, ben de "amaan buna bakayım işte" diyerek ona baktım.
Sonra adam "aaa burda kanamalar varr" dedi, Ne kanamasııı?? Sonra da şöyle bir cümle kurdu: "Hımm şeker yüzünden tahribat olmuş olabilir.." Ben de sesim titreyerek şöyle diyebildim: "Ben de şeker hastalığı yok ki.. İnsülin direnci var sadece" ama o sıradaki sesim Perihan Mağden' in sesinin bir level iyisi, yani düşünün ne kadar kötü.. Tiz ve "ahanda şimdi ağlarım bak görüsüün" sesi.. Doktor da "haa öyle miydi" dedi gayet rahat, adama bak sanki her gün Perihan Mağden' le konuşuyor. Sonra içim rahat etsin benim dedi ve gözlerime damlaları boca etti, siz 15 dakika bekleyin göz dibinizi iyice muayene edeyim dedi.
Ben izafiyet teorisini kanıtlamak üzere koridora çıktım. 15 dakika boyunca kendimle konuştum, suçladım, Allah' la pazarlık yaptım, zaten gözlerimin nemli olmasından faydalanıp biraz zırladım, en çok da nedense, sigara yüzünden kolu bacağı kesilenleri düşündüm. Kendime ettiğim yıpratıcı cümleleri ve küfürleri tekrarlamayacağım, yararı yok. Sadece kendime düşmanca "Bak gözlerime de zarar verdiysen çokk fenaa kızarım." dediğimi hatırlıyorum. Şizofren bir diyaloga girmenin en güzel tarafı bu. Kendi içinizde kızıp kendi içinizde boşalabiliyorsunuz. (I used to be a şizo but we are ok now.)
Sonra zamanı geldi, adam yine ışığa boğdu gözlerimi bu sefer çok pis acıdı ama tuttum kendimi sonra bakıp "aa o kanama değilmiş, damarı görmüşüüm" cümlesini kurdu. Biraz geri çekildi ve huşu içinde "pırıl pırııııl bir retina" dedi. Nasıl da ciddi bir hayranlık içinde, çok komik, ben gevşeyip gülmeye başladım. Sonra diğer gözüme baktı yine neşeyle, "pırıl pırıl bir retina da burda" dedi ve "Hiç bir sorununuz yok, harika bir göz dibi, hiç meraklanmayın" dedi, ben Perihan Mağden' den Leonard Cohen' e terfi etmiş sesimle "teşekkür ederim doktor bey" diyerek çıktım ordan.
Eve uça uça gittim, aynaya bakınca Willow ' la karşılaştım, hani Buffy the Vampire Slayer daki lezbiyen cadı.. Dark Side a geçtiğinde gözleri simsiyah olur onun, yani sırf gözbebeğinden ibaret gibi. Ben de tıpkı öyleydim, gözbebeğim dana kadar büyümüştü damla yüzünden.. Çok garip ve korkutucu.. Tabii ben bayıldım buna, sevinçle kuzenim ve eniştemin olduğu odaya girip "Willow olmuşuum" şeklinde bir çığlık attım. Sonra açıklama yaptım (enişteme Willow 'un lezbiyen yönünden bahsetmedim, sevincimi hayra yormayabilirdi.)
Derken hep beraber neşeyle televizyon seyretmeye başladık. Televizyonu harika göz dibim ve pırıl pırıl retinalarımla seyrettiğimi bilmek içime hafif bir ürperti verdi.. (hani erkek olsam daha pis cümle kurabilirim oraya, ahh nalet olsun Talismann :))
Eheh..
(Not: Allah' la pazarlık maddelerime uyuyorum.)

Monday, January 21, 2008

Mim O Za


Sevgili Gülçincan beni sobelemiş. Ya da mimlemiş.

Mim konusu: Yapmak Zorunda Olduğumuz Halde Bir Türlü Yapmadığımız Kolay İşler..

Hemen ilkini söylüyorum, paltomun kopan düğmelerini dikmek.. Neden bu düğmeleri sağlam yapmıyorlar bilmiyorum. Paltomu aldıktan bir hafta sonra tüm düğmelerini baştan ikisi hariç kopardım. Kendileri evin çeşitli odalarına serpilmiş, benim onları dikeceğim günü bekliyorlar. bense düğme dikmekten kaçmak için parmaklarımı düğme olarak kullanıyor yolda yürürken bir tür teşhirci kıvamında iki elim paltomun iki tarafını tutturur şekilde yürüyorum.

Başkaaa? Giyindiğim odaya bir ayna almak istiyorum, bir türlü alamıyorum. Bir de şifonyerin üstündeki ıvır zıvırın tozunu alıp kutulayarak kaldırmak istiyorum. Evde zaten çok az ıvır zıvır var, onlar bile sinirimi bozdu. Biblo, süs vb şeylerden bahsediyorum.

ADSL bağlantım bozuldu, bir türlü düzeltemiyorum, Türk Telekom beni telefonda çok beklettiğinden sabredemiyorum. Bir kez sabrettim ama telefonda beklerken, gazete okudum, tuvalete gittim, elimi yıkadım, çorba ısıttım daha sonra telefon açıldı. O telefondan da sonuç alamayınca pes ettim. Yapmam lazım ama..

Sanırım bu kadar. Yapmam gereken başka şeyler de var ama onlar kolay değil ;)

Hımm topu kime atsak? Öykücü ve Ekmekçikız a atalım, sonra neşeyle kaçalım..

(Neşe derken? Neşe işte bildiğin neşe, çok mu gücüne gitti? :))

Sunday, January 13, 2008

Sülayman Turan ı da ...


Here comes the rain again

Raining in my head like a tragedy


Yine ondan yapıyorum. Yani hoşlandığım biri- yakın arkadaşım- teşvik eden, cesaret veren ben.. Offf midem bulandı artık, anlatmıycam daha fazla..Zaten anladınız. Öyle sıkıcı ki.

Nasıl bir döngüm var yahuu. Aynı günü dönüp dolaşıp yaşayan biri gibiyim.

Aşağılık komplexim de azdı. Tıpkı bir çıbanın filan azması gibi bu. Bazen gün yüzüne çıkar, kendimi uzun süre bir böcek gibi hissederim, dünyada olmam bile dünyaya bir hakaret gibi. Cerahat gibiyim sanki.

Size bahsetmekten imtina ettiğim birşeyden bahsedeyim mi? Canımı yakan birşeyden? Söylesem sistemimden atar mıyım acaba? Tamam söylüyorum, bir süredir fotoğraf çektirmekten kaçınıyorum arkadaşlarımlayken.. Neden? Çünkü sanki bir harmoniyi bozuyor gibi hissediyorum kendimi. Yani öyle çirkinim ki, fotoğrafta olmam fotoğrafı çirkinleştiriyor, halbuki ben olmasam fotoğraf güzel çıkacak gibi. O yüzden kaçıyorum fotoğraf çektirmekten arkadaşlarımla çıktığımda. İçim bir mağara gibi, dibini bilmiyorum karanlığının.

Evet, aşağılık kompleximin en koyu tarafını da anlattım, şimdi sefil sefil çekip gidebilirim. Hatta siktir olup gidebilirim.

Tuesday, January 08, 2008

Yok, yok..


Az önce arkadaşım "Sinema" dergimi getirdi aşağıdan.. Abone olunan dergiler gelmiş, Sinema dergisini her gördüğümde önce bir seviniyorum sonra beni hiç bir zaman tam tatmin edemediğini düşünüp biraz bozuluyorum. Hep ilgimi az çeken filmlere sayfalar ayırıyor.. Yorumlar az.. Genel havası tam içime sinmiyor. Yine de alıyorum, sonuçta Sinema işte ne kadar kötü olabilir ki?
Masamda sular var içip bitirdim çöpe attım, her gün bir sürü pet şişe harcayıp küresel ısınmaya katkıda bulunuyor içimi rahatatıyorum. Kıyamette payım olsun istiyorum bunu anlamak zor mu?
Akıl hastanelerini düşünüyorum. Küçükken en korktuğum şeydi. Delirmekten korkuyordum deli gibi.. Şimdi korkuyor muyum? Hiç sanmam, delirecek kadar iyi biri değilim, rezilce korkularım, rezil hesaplarım var hayata karşı benim de.. Küçümsediğim hiç bir insandan farklı değilim. Ben de "free will" i ortalama bir evde yaşayabilmeye, yiyeceklere, geçinme anksiyetesi olmadan yaşamaya tercih etmiş bir faniyim. Üstelik tatsız bir şekilde durmadan şikayet edebilme yetimi de kaybetmeden.
Tercihini yaptın sen, daha ne ağlıyorsun? Yoksa hem bu saydığın güvenceleri hem de özgürlüğü aynı anda mı istiyorsun? Aptal olma küçük dostum. Pek çok şey olabilirsin ama kafası çalışmayan biri değilsin.. Küçük anlamsız korkuların, sınırsız Oblomov'luğunla yine de özgür olmayı isteyemeyeceğini biliyorsun sen de.. Derdin günün avunmak değil mi? Peki seni avuturum ben. Bu zamana kadar farklı birşey de pek yapmadım. Delice avunma isteğin yüzünden pek çok saçmalığa imza attım. Değdi mi diyorsun? Bir de gülüyorsun haa, dalga geçiyorsun. Öyle olsun, seni avutmamayı da başarırım belki birgün, niye asıldı ki suratın? Bunun için bu konforlu kendine acıma sığınağından çıkman mı gerek? Bazen kafan da çalışmasa keşke diyorum, bunu da anlıyorsun çünkü ama yine de birşey yapmıyorsun. Hani anlamasan, hissetmesen de seni bu keyifli "kendine acıma- iri laflar etme- Genç Werther' in yandan yemişi gibi hissetme- acılı platonik aşlar (ama kimse böylesini yaşamamıştır)" keyifli salıncağında bırakabilsem istiyorum. Yok huzursuzsun. Her şekilde huzursuzsun. Seni kandırsam bir türlü kandırmasam bir türlü.
Neyse şimdi akşama yetiştirmem gereken işleri yapacağım, sonra? Sonra? Sonra? Sonra? Bilmiyorum. Sonra belki deliririm. Yok delirmem..
(-Başa döndük gördün mü? -Yine avuttum ama seni farkettin mi? -Nasıl? -Belki sonra deliririm diye düşünmek hoşuna gitti.. -Hımm evet ama delirmeyeceğimi biliyorum, eve gidip yemek yiycem en fazla.. -Sen adam olmıycaksın. - Biliyorum :) - Gülmee, hadi bak işimizi bitiremezsek mesaiye kalırsın. - Mesaiye kalırsak delirir miyim? :) - Sussssss)

Thursday, January 03, 2008

Mesela..


Yeni yıl beklentilerim:

- Gogol Bordello ile turneye çıkmak-- Immigrant Punk ı tek başıma söylemek.

- Haneke' nin önce asistanı sonra sağ kolu olmak

- Taner Birsel in başrol oynayacağı bir film çekmek ve kendisinin rolü kapmak için gerekli şartları seve seve yerine getirmesi (eheh)

- Sezgin Kaymaz'ın son kitabının da çok iyi çıkması, "tüm sevdiklerim artık kötü ürün vermeye başladı hüü" bunalımımı yaşamamam (bunalıma sokanlara örnek: Perihan Mağden-Elif Şafak- Fatih Akın- David Cronenberg)

- Bora Bora adalarına gidip yüzgeçlerim çıkana kadar suda kalmak. (Boyu geçmeyen suda, yüzme bilmiyorum da ben.)

- Yeni Zelanda 'yı baştan başa yürüyerek katetmek


Ne oldu? Gerçekçi değil mi? Dünya barışı beklentisinden daha gerçekçi yahuu..

Sezgin Kaymaz' dan umutluyum bak..
Not: Paris'te İki Gün' e gittim. Çok tatlı film, çok güldüm ama onda bile sonunda mutsuz olmayı başardım. İnsan isteyince oluyor vallahi..