tag:blogger.com,1999:blog-289127372024-03-07T00:54:56.335-08:00BU SEFER SON!Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.comBlogger205125tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-58284440794625718392013-06-19T11:37:00.001-07:002013-06-19T11:38:35.553-07:00<div class="separator" style="clear: both; text-align: center;"><a href="http://2.bp.blogspot.com/-vKlwRMmjePg/UcH6K-p9EzI/AAAAAAAAC8g/kyEjTFmkzf8/s1600/44.jpg" imageanchor="1" style="margin-left: 1em; margin-right: 1em;"><img border="0" src="http://2.bp.blogspot.com/-vKlwRMmjePg/UcH6K-p9EzI/AAAAAAAAC8g/kyEjTFmkzf8/s320/44.jpg" /></a></div>
Suçlu suçlu, ayak uçlarıma basa basa geldim bloguma. Ne zamandır, yazı yazmayı bırak, açıp okumamışım da. Neyse ki hala "bu sefer son" yazınca google amca ilk benim blogumu çıkarıyor. Bloguna google dan ulaşmak da ayrı marifet tabii.
Blog ayrı bir insan gibi, bi sinirli şimdi sanki. Kavga etmişiz, suskunuz, ilk kim söze başlayacak diye birbirimizi tartıyoruz. Ben başladım gibi sanki ama bu blog da bana çekmiş. Az domuz, öyle hemen yelkenleri suya indirmiyor.
Kafam karmakarışık. Bir sürü şey oluyor aynı anda. Ben iflah olmaz Oblomov, hırkamı özlüyorum. Şu son olaylarda 31 Mayıs ta ağlayarak güne başlayan insanlardanım. Bir yandan da hayatım için dönüm noktası sayılabilecek bir hafta sonu yaşadım. Güzel bir haftasonu. Yok ondan bahsetmiycem. Ama burda dursun istedim. Evet, gıcığım.
İçimde acaip bir tiksinti var. (haydaaa..) Ya aslında ben büyüdüm değiştim son zamanlarda filan diycektim ama bu içimdeki şapşal çıkıp "içimde tiksinti var" filan gibi ergen cümleler kuruyor hala. Bak şimdi de tüm yazma isteğim geçti. Allah beni naapmasın.Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-20171327716448194782011-07-15T07:09:00.000-07:002011-07-15T07:45:06.262-07:00Unuttun muu benii?<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixXvIkB4jm8etFd3TGGkMog9AH79llLy1nBnb1AlT-1-MbW_4Nf2ap7bfPOOWVxPpkqsd2Aaf0MfA3eJXNgsWjO46-QNraWcSG92Cl8iQo-QTegZUpwQRqs5bMg8t-uyHS8GBg/s1600/2.bmp"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 239px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEixXvIkB4jm8etFd3TGGkMog9AH79llLy1nBnb1AlT-1-MbW_4Nf2ap7bfPOOWVxPpkqsd2Aaf0MfA3eJXNgsWjO46-QNraWcSG92Cl8iQo-QTegZUpwQRqs5bMg8t-uyHS8GBg/s320/2.bmp" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5629589991089190818" /></a><br /><br /><br />Şuraya iki satır yazayım dedim, ölmediğime kanıt olsun. <br />Proof of life.<br />Uzun süre yazmayınca da insan nasıl yazacağını bilemiyor. Kendimi bir acemi bir tuhaf hissettim.<br />Şöyle başlayalım, uzun süre kendim değildim, her yarım akıllı kadının başına gelen başıma gelmiş, anlamsızca birine aşık olarak onun yörüngesine girmiştim. Şimdi ufaktan çıkıyorum ama biraz yeni doğmuş dana gibiyim, ayaklarımın üstünde bi zor duruyorum. Bana kalan şöyle esaslı bir hikaye olsaydı şu iki yıldan, o kadar üzülmezdim. Ama size anlatabileceğim ilginç hiçbir yanı yok bu aşk(!) ın. Zaten günümüzde bir kez bile öpüşmemişseniz bir duyguya aşk demek de imkansızdır sanırım. <br />Yine de anlatmayı deniyim. Bazı yetişkinler yetişememiştir ya, bir sebeple çocuk kalmıştır ve "adult" bir ilişkiden korkarlar, iş bir şekilde ciddiye binince topuklarlar. İşte bu tür insanlar bir de birbirini bulursa felaket olur. Daha doğrusu hiçbir şey olmaz, bu da ciddi bir felakettir. Hele de taraflardan birisi Nihat Doğan dan beter narsist yönelim bozukluğuna sahipse ve bunu kibarlığı, sevimliliği ile süper kamufle ediyorsa, olay diğer taraf için daha acıklı da olabilir. Ben diğer tarafım tahmin edebileceğiniz üzere. Ama bilirsiniz narsiszmle aşağılık kompleksi arasında topu topu yarım adım vardır ve bir narsist, bir aşağılık kompleksliye rastlarsa bu yarım adımı aşmaları yarım dakika bile sürmez. Hoş bizimki yarım dakikadan fazla sürdü ama yine de çabuk tanıdık birbirimizi. Ne yazık ki bu hastalıklı eşleşmeyi insan "ilahi uyum" sanabiliyor. "Oh tanrım ne kadar uyumluyuz, he must be the one" filan diyerek mide bulandırıcı romantizme de kapılabiliyor. Hangimiz Holivut 'un yapış yapış romantizminden azadeyiz sorarım size? İnsan inanmak istediğine nasıl da inanır. Hele de yoksunluk çekiyorsa. <br />Her neyse, eski hikayelerde esas kız bir alçak yüzünden acı çekerse onu Avrupa' ya gönderirler de unutmasını sağlamaya çalışırlar ya. Meğersem işe yarıyormuş. İş dolayısıyla bir süre yurt dışına gittim hala da gidip geliyorum. İlk o dönemde "ulan acaba kendimi boşa mı hırpalıyorum" diye düşündüm. İlk "dünyada ondan başkaları da olabilir" demem bu gezilerde oldu. Sonra da kademe kademe kendime doğru yol aldım. Kendime doğru diyorum çünkü cidden çok uzaklaşmıştım kendimden. Herşeyi ama herşeyi ona göre ayarlıyordum. Ve o karşılığında bana birşey de vermiyordu. Nasıl anlatsam bunu, umutlarımı asla tamamen kırmıyordu ama sevgisi de sadaka miktarlarında geliyordu. "Aman bugün çok sevgi mi verdi ki, neyse yarın daha az verir telafi ederim." gibi bir anlayış. Gıdım gıdım herşey. Ve ne yaparsan yap asla ama asla yaranama. Ama tamamen ilgisizlik de asla yok, çünkü şapşal sinek ağda kalmalı. <br /><br /><br /><a href="http://1.bp.blogspot.com/-CRzt_ai0DD0/TiBRXaXNL3I/AAAAAAAAAo4/5p4HEYP9o3A/s1600/no.bmp"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 239px; height: 320px;" src="http://1.bp.blogspot.com/-CRzt_ai0DD0/TiBRXaXNL3I/AAAAAAAAAo4/5p4HEYP9o3A/s320/no.bmp" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5629588996868616050" /></a><br /><br />Tüketici birşey, arkadaşlarımdan uzaklaştım, sevdiğim şeylerden, beni ben yapan şeylerden. Dışardan anlaşılmıyordu, ben zaten anlamadım, çok çok tükenene kadar. Tim Burton' ın Alice Harikalar Dİyarında' sında şapkacı "You have lost your muchness" diyordu ya. Tam da bu oldu işte bana da. Fakirleştim, küçüldüm, ruhum "kibritçi kız" gibi kaldı. Çok üşüdüm reyizz :) <br />Neyse, böyleyken böyle. Şimdi dışardan baktığımda herşey biraz komik biraz da acıklı görünüyor. Sınava çalışmayı son güne bırakmış çocuk gibiyim, yapacak çok şey varken daha, 11 yaşıma takılıp kalmışım ve 11 yaşında başka bir erkekle, birbirimizin saçını çekerek, çemkirerek iki sene geçirmişiz. <br />Sizi özledim bu arada :) Siz de beni özlediniz miii? Passive mesaj attı, Virgilius "nerdesin len" tadında yorum bıraktı.Hiçbirinize dönemedim. Sorry, sorry. Artık buralarda olucam. :) Görüşürüz.Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-65037802257413358152011-01-04T23:47:00.000-08:002011-01-05T00:16:10.958-08:00Bir kere değse idi nefesin nefesime<a href="http://1.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/TSQoxWYZoGI/AAAAAAAAAoo/5iQyyFFNRb0/s1600/Luke---Lorelai-gilmore-girls-178121_624_352.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 181px;" src="http://1.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/TSQoxWYZoGI/AAAAAAAAAoo/5iQyyFFNRb0/s320/Luke---Lorelai-gilmore-girls-178121_624_352.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5558612668368658530" /></a><br />Pek mutsuzum.<br />Yok akıllanmıyorum. Ben işte böyle zor vazgeçen bir insanım. <br />Saçlarımı seviyorum. İyice fazlalaştılar, (maşallah) beni gizliyorlar, koruyorlar sanki. Canım isteyince içlerinde kayboluyorum. Yüzümü saklıyorlar. Vahşi çalılık gibiler, arsız sarmaşık gibi ya da. Elimi içlerine sokuyorum, parmaklarıma dolanıyorlar.<br />Kendimi hep acınası taraf gibi görüyorum ilişkilerimde. Bu aşağılık kompleksinin sonu gelmeyecek mi? Ne dipsiz bucaksız şeymiş. Bunca terapi parasını tatil yapmaya versem dünyayı dolaşırdım. Kendimi çok suçlu da göremiyorum. Sonuçta etrafın feedback i de bu şekilde. Ya da ben olağanüstü algıda seçicilik yaparak, ciğeri beş para etmez insanların laflarına değer veriyor ve olumlu her tür feedback' i bu uçsuz bucaksız boşlukta yok ediyorum. Şımarık da denebilir bana. (yine olumsuz) <br />Hep kitaplarda, filmlerde dizilerde suç. Lanet olsun tümüne. <br />Mesela ben dün Gilmore Girls' de Lorelai ile Luke un ilk öpüşmesini görmesem kesin bu kadar leyla olmazdım. Gerçek olmayan tonlarca şeyi kafama soktum düzenli olarak. Taa ilkokuldan beri. Lanet olsun lan.<br /><br />http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=PXhJ95_1I48Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com13tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-24724822766924922052010-12-27T00:19:00.000-08:002010-12-27T00:38:50.111-08:00Hey you!<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhY1eMCfYQwHeFxMeCu5WTA5bnE58epgSGRkNWZwwzYJAQ5sfABBoHlMzPDumURZpltM39_LhaOdLQNukhuYfWiAi-sG_izOcMmRY1L4jiXC6B0bSYJme7mywGbj10Ag9Q2_1-V/s1600/Ask_Me_No_More%252C_1906%252C_Lawrence_Alma-Tadema.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 320px; height: 200px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhY1eMCfYQwHeFxMeCu5WTA5bnE58epgSGRkNWZwwzYJAQ5sfABBoHlMzPDumURZpltM39_LhaOdLQNukhuYfWiAi-sG_izOcMmRY1L4jiXC6B0bSYJme7mywGbj10Ag9Q2_1-V/s320/Ask_Me_No_More%252C_1906%252C_Lawrence_Alma-Tadema.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5555275410476173170" /></a><br /><br /><br />Yine uzun zaman oldu. <br />Bir tek Gregor kibarca (noldu lan nerdesin?) ve sevgi dolu bir şekilde merak etti beni onun dışında hiiç özleyen, arayan soran yok. Eh ne yapalım. Söylemiş miydim çok pis küsme şeklinde nazlanırım. Sevildiğinden emin olmamaktan oluyor bu. Neyse yazıya böyle ağır bir tahlille başlamayalım. Bir türlü yazamadığımı görünce saçma sapan şöyle bir bodoslama yazayım dedim, belki yazı kendini bulur. <br /><br />- Kendimi çok pis gerçekleştirdim. (bu nasıl bir cümle) Yani demek istediğim herşeyim yolunda aslında yani sağlıklı yaşıyorum, evimi düzene soktum, hayatım iyi kötü bir düzene girdi. Şu anda son durum olarak bitim kanlanmış durumda. Tehlikeli bu çünkü tek eksiğimin şööyle sevgi dolu bir sevgili olduğuna karar verdim. Canıma susadım. Aslında uzun süredir bir uzatmalı "when Harry met Sally" durumum var ama biraz sıktı bu beni. Çünkü benim Harry biraz basiretsiz çıktı, ne bana doğru gelebildi ne de tam umutlarımı kırabildi. Bir de tüm kendine tam olarak güvenmeyen erkekler gibi başta beni güçlüyüm diye takdir etti sonra da beni güçsüz olduğuma, çaresiz olduğuma zorla inandırmaya kalktı. İnandım da. Kendimi yetersiz hissettim. <br />Beni çok mutlu da etti ama kendime güvenimi de bir süpürge gibi emdi. Pişman filan değilim tabii. He is still a bf. Ama ben "best friend" değil de "boy friend" olmasını istemiştim. Bir yandan da dükkanın önünü kapıyor Allahsız. :) Açıkçası aslında hala çaresizim bu konuda. Sanırım en sonunda söyleyeceğim yani karşıma alıp konuşacağım. Ama bir yandan da beni tümüyle reddetmesindense bu ufak ümitle daha mutluyum gibi hissediyorum. Yine de benim bir yetişkin gibi ilişki kurabilmemin önünde engel o. Sonsuza kadar liseli gibi davranamam. Of bilmiyorum. Zaten bir kendini karalama, aşağılık kompleksi içinde boğulma geçmişim var, bu da bunu besliyor. Ben beslenmesin istiyorum. Ama bir yandan da pek sevimli ablasıı.. :)<br /><br />- Bana meşgul olacağım birşey gerek. Çünkü artık yemiyorum ve denklemden yemeyi çıkarınca akşamlarım birden ıssız bir çöl gibi tenhalaştı. Yemeyenler ne yapıyor? Bana tiyo verin. Arkadaşlarımdan da koptum, iki çok yakın arkadaşımın bebeği oldu daha bir görmeye gitmiş değilim. Altın fiyatları arttı bu arada, lanet olsun ki. Şimdi düşmesini bekliyorum. Hehe yok yok, gitmeliyim. Evle filan uğraşırken toptan bağları kopardım. Sanırım silkinip tekrar sosyal bir hayvan olmalıyım. Çok da üşeniyorum yaa, neyse bakalım. <br /><br />- Pek öyle sinema tiyatro ile de işim kalmadı. En son "Malafa" ya gittim. DOT tabii. Güzeldi ama yetmez. Yeni bir DOT bulmalıyım. Birşeyler keşfetmeliyim. Böyle renksiz oldu hayat. Neyse ki kitap okuyorum ama onu saymıyorum ki. O da yemek yemek gibi birşey. Artık öğlenleri yemek yiyorum denmez ki. Yine de kitaplar hakkında tek bir laf edeceğim. "Haruki Murakami" I adore his books. <br /><br /><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgS7_QhynUADLmxmJBLa8tMRv5TY1r9atEPYh7IOOi99qNpAJQl92WV7d25eYkiOnLGAMnuZ3rxFtIBmMu5JGR_sHOSzHDH2-FDfQGAYuRAZsphbCg5t3thpGavkSp-9-oEFAWg/s1600/expect_frame_01.jpg"><img style="display:block; margin:0px auto 10px; text-align:center;cursor:pointer; cursor:hand;width: 185px; height: 320px;" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgS7_QhynUADLmxmJBLa8tMRv5TY1r9atEPYh7IOOi99qNpAJQl92WV7d25eYkiOnLGAMnuZ3rxFtIBmMu5JGR_sHOSzHDH2-FDfQGAYuRAZsphbCg5t3thpGavkSp-9-oEFAWg/s320/expect_frame_01.jpg" border="0" alt=""id="BLOGGER_PHOTO_ID_5555277281614972722" /></a><br /><br /><br />- Bir önceki postuma birisi "female supermacist misiniz?" diye yorum yazmış. Önce tahmin ettiğim şey mi diye "female supremacist" ne demek diye araştırdım. Kadınların üstün olduğuna inanmak gibi birşey çıktı. Şimdi cevap vereyim. <br />Hayır kadınların üstün olduğuna inanmıyorum. Erkeklerin de. Aslında kadınlara da erkeklere de eşit mesafedeyim. Her iki cinsi de sevmiyorum. Aslında insan sevmiyorum. Çok zavallı buluyorum. Ben de dahil elbette. Çok zavallıyız be. Bütün o ihtiyaçlarımız, mızmızlanmalarımız. Yani tabii düşünsel anlamda sevmiyorum yoksa nefret dolu bir insan filan değilim. Yollarda insanlara çelme takarak filan dolaşmıyorum. Ama teoride insanlık denen şeyi hiç de kutsal, üstün filan görmüyorum. <br />Erkelerin ve kadınların üstünlüğüne gelince, her iki cinsin de çok güçlü olduğu ve güçsüz olduğu alanlar var. Ama iki cinsin güçleri arasında nitelik olarak farklılık var bence. Erkekler birşeyler yaparak, başararak, elde ederek güçlü oluyorlar yani erkek insanı dünyaya geliyor ve en başından itibaren "onu yapayım bunu edeyim, oh koşayım coşayım" gibi bir motivayonu oluyor. Çoğu erkeğin işini elinden alsan mesela, kalakalır. Allah için güzel de başarıyorlar, afferim onlara. <br />Kadınların gücü daha karanlık, onlar birşey yapmalarına gerek kalmadan var olarak güçlü olabiliyorlar. Yani yapabildiklerinden değil varoluşlarından kaynaklanan bir güçleri var. Şimdi bu kulağa iyi geliyor olabilir. Bence değil, erkeklerin birşeyleri değiştirme, inşa etme imkanları daha fazla. Ama kadınlarda biraz da karanlık bir güç var. Mesela dayanıklılık testine soksan (fiziksel demiyorum) kadınlar taş gibi çıkar, ya da ciddi cesaret gerektiren şeylerde yine kadınlar öndedir. Erkeklerin de Allah için bir deli cesareti var, atlamak zıplamak, savaşa gitmek kendini heba etmek filan konularında başarılılar. Onu kastetmiyorum ama. (bu arada Büyücü' de (John Fowles) kadınlar ve savaşla ilgili çok güzel bir pasaj var, ondan bahsetmeli sonra) <br />Benim kastettiğim şöyle birşey. Mesela iki genç var diyelim bunlar evlenmek istiyor ama aileleri karşı. Erkek (momy's boy) annesi karşı ise %80, kopar o ilişkiden ama kadın (dady's girl olsun bu da) daddy' ye öyle bir basar ki tekmeyi, daddy kendisine ne çarptığını anlayamaz. Gözükaralıkta iyidir kadınlar. Köprüleri yakmakta ve yeniden var olmakta. <br />Şimdi burda annenin karanlık gücünden de bahsetmek lazım. Mommy' s boy a haksızlık etmek istemiyorum. Aslında genel olarak erkeklere haksızlık etmek istemiyorum, hayat onlar için de zor. Annenin gücü de çok zorlayıcıdır. Şöyle özetliyim, anneniz sizi doğurmamayı kafaya koyduysa sonsuza kadar o yumuşacık rahimde kalabilirsiniz. Hem de kendinizi doğmuş ve yaşıyor sanarak, hiç farkında olmadan. O rahim var ya, hayat verdiği gibi öldürür de. Hiçbirşey yapamazsa hapseder orada. Bir anne kadar çocuğunu kastre etmeye muktedir bir varlık yoktur. Her iki cins te dikkatli olmalı, anne, yumurtalarınızı ya da hayalarınızı elinize veriri isterse. Kız çocuklar ve erkek çocuklar için farklı işler ama süreç. Küçük bir kızsanız, annenizle uzlaşmadan kadın olamazsınız, bir oğlan çocuğu iseniz de annenizle bozuşmadan erkek olamazsınız. <br /><br />Zor bu işler, dediğim gibi her iki cinse de mesafeliyim. Spanglish filminde Adam Sandler' ın dediğini kendime uyarlarsam:<br />"They should name a gender after me." <br />Böyle de narsistim. :)Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com13tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-36347391701279322762010-07-07T04:50:00.000-07:002010-07-07T04:52:20.888-07:00I am back.Uzun zaman oldu değil mi?<br />Elim bloga gitmedi işte, bir de belki çok saçma ama bloga girip de son yazılarımı görmek bana engel oldu. Kolumu kanadımı kırdı yahu o yazılar. Yorum yapan herkesten çok çok özür dileyerek sonunda kaldırdım. Çünkü yolda ezilmiş kedi gibiydi o yazılar. Bakamazsın ama çok feci içini burkar. Bir de çaresizlik verir, ölmüş işte hayvancık hem de çok kötü biçimde, yapabileceğin de hiçbir şey yoktur. Ama kaldırması da zor oldu. Şu an kontrolsüzce ağlayıp duruyorum üstelik de işyerinde. Lanet. Neyse ki kimse farkında değil. Sessiz ağlıyorum düzenli siliyorum, kaptım bu işi ben.<br />Yani diyeceğim o ki, I give up. Pes ettim.<br />Öyle bir pes etmek ki, artık bu dünyada bana iyi gelecek biri olmayacağından eminim. Vallahi karamsar saçmalama değil. Birden idrak ettim bunu. Epiphany. Çünkü fazla kırılganım, fazla savunmasızım, fazla paranoyağım, fazla safım, fazla tecrübesizim. Bir çok şey fazla, kilo da bunlardan biri ki, zaten havuzu en baştan feci şekilde daraltıyor. :) Ben süperim değerimi anlayan yok demek değil bu, sadece benim türümde insan yok. Benim türüm diğerlerinden üstün anlamında değil ama farklı. Not in a good way.<br />Neyse başka ilişki biçimlerine bakacağız artık, arkadaşlık olur, dostluk olur, aile büyüğü olur, sonuçta ilişki dediğin sırf aşk ilişkisi değil ya. Love is overrated. Diğerleri ile de mutlu olunur, yuvarlanır gidilir. Zaten şunun şurasında çok birşey de kalmadı. Alimallah üstesinden geliriz. Dignity ile ölürüz.<br />Uff deli deli konuştum gene yazma dermanım gitti.<br />Neyse düzelip de gelirim herhal..Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com15tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-3486318945217832272010-02-20T10:40:00.000-08:002010-02-20T12:01:07.280-08:00Koleksiyoncu<div><a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBbUlXP5fle3T4XbI0bscN2p5pUEgQ8leHu2DjmYsY2HhElkaC2Vb9AvuTKQol2DFBe7tgWsF0SenjprYjWBMV2M7hK5VOt0O_EPUot28M3cAw43QkYqKCM6pmvht-rfyYj2Wt/s1600-h/Butterfly_yellow_by_Jenya88.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5440417250808341794" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 305px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjBbUlXP5fle3T4XbI0bscN2p5pUEgQ8leHu2DjmYsY2HhElkaC2Vb9AvuTKQol2DFBe7tgWsF0SenjprYjWBMV2M7hK5VOt0O_EPUot28M3cAw43QkYqKCM6pmvht-rfyYj2Wt/s400/Butterfly_yellow_by_Jenya88.jpg" border="0" /></a><br /><br /><div>Az önce okuyup bitirdim. Aslında bu kadar geç okumam biraz utandırıcı bile sayılabilir. John Fowles' ın 'Koleksiyoncu' kitabından bahsediyorum. Bir iki ay önce bir iş arkadaşım (kendisi bu işyerimden bulduğum ilk kafadengi arkadaşım ve ciddi malumatfuruş bir insan) bana John Fowles okuyup okumadığımı sordu ben de 'o kimdi yaa' dedim, sonra anlaşıldı ki 'Fransız Teğmenin Kadını' kitabının yazarıymış. Çok sevmiştim o romanı.. Biraz küçük yaşta okuduğum için biraz da ürkütücü gelmişti, belki fazla tutkulu ama güzeldi. Her neyse arkadaşım özellikle 'The Maggot' ı okumalısın dedi, orjinalini okuyum dedim biraz dili ağır olabilir dedi, Türkçesini aradım, (Yaratık) ama bulamadım. Sonra bir gün arkadaşımla kitapçıda beraberken bari bunu oku deyip 'Koleksiyoncu' yu elime tutuşturdu. Daha önce de duymuştum, tamam dedim, aldım okumaya başladım.</div><br /><br /><div>Geçen hafta çok yoğun çalıştığımdan kitabı ancak sabahları tuvalette biraz okuyabiliyordum. Bu yüzden de hergün işe geç gittim. Kitap beni hemen içine çekti, okumadan edemedim bir yandan da bitmesin diye çabaladım, ama işte az önce bitti. Ben de içimde onmaz bir tiksinti ile yazmaya oturdum.</div><br /><br /><div>Belki çoğu insan biliyordur, 'Koleksiyoncu' bir adamın genç ve çok güzel bir kızı kaçırıp evinin mahzenine hapsetmesi ve kızı orada tuttuğu süre içinde geçenleri hem adamın bakışı ile hem de kızın bakışı ile ayrı ayrı anlatan bir kitap. Adam 20 li yaşlarında, anne ve babasını kaybetmiş halası tarafından biraz da sevgisiz büyütülmüş, fazla eğitimli değil, aşırı utangaç ve asosyal. Küçük bir memur iken büyük ikramiyeyi tutturmuş ve paranın kendisine verdiği güçle platonik bir şekilde tutkun olduğu kızı kaçırmaya karar vermiş ve uzun süren planlama ve lojistik çalışmalarından sonra şehir dışında bir ev alarak, mahzeni tutsağı için hazırlamış bir adam. Ağır sosyopat. Kız çok güzel, resim öğrencisi, zeki, başarılı, sosyal. Adamın her açıdan zıddı. Sınıf ayrımları da belirgin. Adam bu sınıf ayrımından dolayı çok kompleksli, kız ise bu ayrımın farkında ve adamı bayağı bulduğunu hiç saklamıyor, dürüst ve açık bir kız. Adam aynı zamanda kelebek koleksiyoncusu. Kelebekleri avlayıp öldürerek saklıyor. Kız kelebekleri görür görmez kavrıyor konumunu.. Çok ileri gidip herşeyi anlatmayayım.</div><br /><br /><div>Bu minvalde giden çook film seyrettik değil mi? Bu kitabın belki tüm o filmlere esin olduğunu söyleyebiliriz sanırım. Ama bu tür filmlerden çok daha fazlası bu kitap. Filmlerde insanlarda uyanan o macera hissi, gerilim yani alınan bir tür haz, bu kitapta hiç yok, kitap çok gerçekçi, hiçbirşeyi boyamıyor, olduğundan farklı göstermiyor, süslemeden, bayağılıktan çok uzak, çok güçlü ve sarsıcı.. </div><br /><br /><div>Ana fikir şu aslında adam ölüm, kız ise canlılığı temsil ediyor. Kız hayatı seviyor, risk almayı seviyor. Hayatın öngörülemezliğini kabul ediyor sevinçle. Adam ise basbayağı ölü ve onu hayatta tutan şeyler de ölü şeyler, ölü kelebekler gibi. Adam hayattan korkuyor, kendine güvensiz ve kontrolü altında tutmadığı hiçbirşeyi sevemiyor. Böyle bir adamın eline güç geçince yani para, yaptığı ilk şey de sevdiği kızı ölü ama hep kendisinin yanında bir nesneye dönüştürmeye çalışmak oluyor. </div><br /><br /><div>Kişisel olarak bana gösterdiği bir şey var bu kitabın ve bu benim için biraz da olumlu. Şöyle anlatayım, bu kitabı daha önce okusaydım, tüm o platonik aşkı yücelten ve aşağılık komplexine teşne o dönemlerimde yani, bu kitabı çok farklı okurdum. Kızı kaçıran adamı 'tutardım' belki, herkese onu çok iyi anladığımı ifade eden süslü konuşmalar yapabilirdim ve adama ve kendime acırdım büyük ihtimalle. Adamın kızı ölü de olsa elinde tutmak istemesini anlardım. Çünkü canlı olan o zaman korkutuyordu beni de. Sevdiğim, hayranlık duyduğum kişileri gerçek anlamda sevmiyordum aslında. Onlardan biraz korkuyordum ve kendimi de onlardan aşağıda görüyordum. Şükürler olsun ki değişmişim, artık bunun tiksinti vericiliğini görebiliyorum. Önceden de gördüğümü iddia edebilirdim ama şimdi hissediyorum. Canlılığı az buçuk da olsa etüt edince ve o kesif aşağılık duygusundan kurtulunca, bu tür şeyleri de demek ki olduğu gibi görebiliyor insan. </div><div> </div><div> </div><div><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5440417803996538450" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 340px; CURSOR: hand; HEIGHT: 272px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/S4A_KwzsplI/AAAAAAAAAnE/OPN12u3pXzI/s400/kelebek_islamcokguzel.jpg" border="0" /></div><br /><br /><div>Öbür türlü kitaptaki sınıf farkı ve pasifizmle ilgili o fikirleri de kaçırabilirdim. Kız bir kez kaçma fırsatı elde ediyor kitapta, balta ile yaralıyor adamı ama öldüremiyor. Sonra da çok pişman oluyor kız, 'az daha katil oluyordum.' diyor. Şöyle: </div><br /><div>'Onu öldürmek, inandığım herşeye karşı çıkmak anlamına gelir. Kimileri sen yalnızca bir damlasın, sözünde durmaman bir damla, önemi yok diyecekler. Ama dünyadaki kötülüğü desteklyen bu küçük damlalardır. Küçük damlaların önemsizliği üzerine konuşmak saçmalıktır. Küçük damlalar ve okyanus aynı şeydir.'</div><br /><div>Bu bence harika bir pasifizm ifadesi. </div><br /><div>Bunun dışında kitapta yine nefis bir modern toplum eleştirisi var. Yeni kitle diyor yazar. Sanattan yüzeysel olarak anlayan ama derinine inemeyen, kitlesel üretimle beslenen hantal bir toplum. Günümüz modern insanı aslında. Tiksinti verici bir sıradanlık ve sıkıcılık. Hepimiz az buçuk içindeyiz işte biliyoruz. Seyrettiğimiz tüm o diziler, bu arada Türk dizilerinden bahsetmiyorum, Türk dizilerine burun kırıp kitlesel olarak Lost izlememiz, kitlesel olarak Pilates yapmamız, acınası özgün olma çabalarımız. Kitap bunları bir güzel topa tutuyor. </div><br /><div>Bir alıntı ile bitireyim:</div><br /><div>'Bu, yeryüzündeki duygu, sevgi, sağduyu yoksunluğunun yarattığı umutsuzluktur. Bomba atma fikrini göze alabilecek veya bomba atma emrini verebilecek insanların var olduğu düşüncesinin yarattığı umutsuzluktur. İçimizde bunu sadece bir avuç insanın dert edindiği düşüncesinin yarattığı umutsuzluktur. Dünyada bu denli şiddet ve katı yüreklilik olmasının yarattığı umutsuzluktur. Son derece normal delikanlıların ellerine çok para geçtiğinde sapık ve kötü olabileceği ve senin bana yaptığını yapabileceğinin verdiği umutsuzluktur.'</div><br /><div></div><div>Yazı biterken televizyonda 'Matchpoint' filmi oynuyor ve Jonathan Ryes Myers tam böyle bir delikanlıyı canlandırarak, sevgilisini öldürmekle meşgul. Bu kadar mı denk gelir, sınıf farkı filan da dedik o kadar.</div><br /><br /><div>Evet, tüm bunların umutsuzlukla bir ilgisi var korkarım.</div><br /><br /><div></div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-86730367157093123872010-02-09T23:18:00.000-08:002010-02-09T23:56:07.748-08:00Drama Queen mi PolyAnna mı?<a href="http://2.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/S3JmOEJRB5I/AAAAAAAAAm0/eKOZdniG_lI/s1600-h/untitled.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5436520092006418322" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 380px; CURSOR: hand; HEIGHT: 384px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://2.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/S3JmOEJRB5I/AAAAAAAAAm0/eKOZdniG_lI/s400/untitled.JPG" border="0" /></a><br /><div>O kadar deriin bir drama queen lik pratiğim var ki, sağlıklı bir şekilde bundan kurtulmanın yolunu bir türlü bulamıyorum. Henüz bu pratiğin ilk senelerindeki toy bir bunalımist gibi "ay uçlarda yaşıyoruum" demek istemesem de, maalesef uçlar gerçekten beni çektiğinden, drama queen likten kurtulayım derken Polyanna ya yakalanırım diye korkuyorum. Ki herkes bilir ya da bilsin o Polyanna denen yumurcaktan ölesiye tiksiniyorum. Başkalarının acısından kendine mutluluk çıkaran bi tipsiz gibi geliyor bana. (Bu arada Virgilius'cum "Başkalarının Acısına Bakmak" 'ı sonunda okuyorum, iyi gidiyor.) Ne zaman şöyle bir rahatlamak istesem, bi mola almak istesem, "biraz da iyimser olalım, değişiklik olsun" desem, bu tip bana karşıdan sırıtıp el ediyor gibi geliyor. "Gel, gel aramıza, seni bekliyordum, burda herkese yer var. " filan diyor böyle karamela gibi yapışan bir ses tonu. Amanın bir panikliyorum. Benim kafamdaki "dark side" bu Polyanna' nın diyarı işte. Çok dindar birine şeytanın çağrısını düşünün işte Polyanna ' da benim şeytanım. </div><div> </div><div>Bu böyle beni çağırınca hemen kurtulmak için aklıma kötü şeyler getiriyorum. Ya da "Dur Poly, ben bi Haneke filmi seyredip geliyorum, 7. Kıta mesela" diyorum, bunun bir suratı asılıyor. "O zaman gelmezsin ki" diyor, ama üzülemiyor bu şapşal "Kill Bill' i seyredip, estetik şiddetle kendinden geçmenden iyidir" diye gülümseyiveriyor ışıl ışıl, gel de sıkma boğazını.</div><div> </div><div>Şaka bir yana cidden ne yapacağımı bilemiyorum bazen. Ortayı bulamıyorum. Ne zaman kendime güzel şeyler düşün diye telkin etsem hemen gözüme yogistler, ohhhmlar, "öbür yanağını uzat" lar, "bak elin ayağın yerinde" ler geliyor. Böyle bayık bir dünya. Öldüresiye sıkıcı ve sahte. Tabii ki ciddi ciddi inanan ve hakkıyla bu işlerin içinde olanları dışarda tutuyorum. Özür bile dilerim onlardan, bok atıyorsam kıskançlığımdan bile derim. Ama bu işe giren ve acaip sahte olan üstelik en kötüsü sahte olduğunu farketmeyen insan çok. Mesela bir tandığım var Reiki Master, ileri seviye yani ama ben bile anlıyorum ondaki psikozu, nasıl diyim reikinin felsefesi olarak anlatılan her hasletten uzak biri. Kötü biri anlamında değil tabii ama anlaşılıyor işte, birşeyler sahte. İçe sindirilmemiş, eğreti durmuş. Böyle bir garabet olmak istemiyorum. </div><div> </div><div>Birinin çıkıp, "Yavrucum iki iyimser düşünmekle, istemediğin bir dünyaya dalmak, abartmak zorunda değilsin" demesi gerek bana. Kendim diyorum anlatamıyorum. </div><div> </div><div>İşin özeti kendim kalarak iyimser olmak istiyorum ama bunun yolunu bilmiyorum. İyimser bir kapanış yapacak olursak, (bak gene) bulurum be bir yol. </div><div>Ne Drama Queen ne Polyanna, yaşasın tam bağımsız Talisman. </div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com10tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-52144577741004607422010-01-22T02:13:00.000-08:002010-01-22T02:20:26.889-08:00İçimde garip bir ümit uyandı. Az önce oldu bu. Öyle aniden sebepsizce.<br />Ümitten çok inanç, sanki herşey iyi olacak gibi. Sanki uzun süre antidepresan içmedikten sonra tekrar içince doğan o yüklerden kurtulma hissi gibi. Ve hayır, uzun süredir içmiyorum hiçbirşey.<br />Pek birşey yolunda da gidiyor sayılmaz ama birşey değişti içimde işte.<br />Sanki, "you can't always get what you want" deyip de buna üzülmemek gibi. Vazgeçmişlik ya da öğrenilmiş çaresizlik değil ama. Edilgen değil, aktif bir tevekkül. Peki önüme bakarım o zaman ben de der gibi. Başka bir yol yaratırım o zaman, yolumu değiştiririm, yolumu bulurum illa ki demek gibi. Biraz kendine, biraz hayata güvenmek. Başka çare mi var diye düşünmeden ama, oyunu bozmadan.<br />Bilmem, bir pencere açıldı işte içimde bir yerde. İyi de oldu, biraz hava gelsin.<br />Oksijen level' ı daha da yükselirse iki de satır yazarım belli mi olur :)Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com13tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-44285246168269103482010-01-06T04:42:00.000-08:002010-01-06T04:43:21.902-08:00<a href="http://3.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/S0SFYj6Gz5I/AAAAAAAAAms/No2KbzGUMfs/s1600-h/Look_beyond_the_sky_by_Jannikaa.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5423606508263231378" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 268px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/S0SFYj6Gz5I/AAAAAAAAAms/No2KbzGUMfs/s400/Look_beyond_the_sky_by_Jannikaa.jpg" border="0" /></a><br /><div>Famous Blue Raincoat' u dinliyorum. </div><br /><div>İçimde hafif bir hüzün. Hafif yeni başlangıçlar mutluluğu. Hafif bir ümit. Hafif tiksinti. Bulamaç gibiyim.</div><br /><div>"Did you ever go clean?"</div><br /><div>Dünyayı sevmiyorum, insanları da sevmiyorum. İnsan denen canlıyı sevmiyorum. Çok kaypak, çok naif, çok kötü, çok iyi, çok çok tiksindirici. </div><br /><div>"She sends her regards."</div><br /><div>Dünya ne analiz edilebiliyor, ne temizlenebiliyor, ne batabiliyor. İğrenç bir yapışkanlıkla hayata tutunmuş minik insanlar ise yüzde birini kullandıkları beyincikleri ile dünyayı yeniden yaratıyor, yeniden kirletiyorlar. </div><br /><div>Ne kadar zavallıyız. Ne kadar güçlüyüz. Ne kadar gıcığız esasen. </div><br /><div>"What can I possibly say?" </div><br /><div>(ve 33 yaşında bir ergen bloguna birşeyler karalar.)</div><br /><div>"Sincerely"</div><br /><div>L. Talisman.</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com17tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-14223129108436180682009-12-25T06:22:00.000-08:002009-12-25T06:23:52.543-08:00Aşk üç kişiliktir!<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcccMeoNyVmIYJXpL7tVyU4EcdP9NDubeR4hBhpE3QvuACMwZ_2hXIFyTv6Z5r0D08RSdf_YBKrzM_iOw2C9Mgy6wmJS-s0Zix-N7h8jA9gyU4PAPCPfJAVNkAU1TRGopm8FD6/s1600-h/Love_is_just_a_bloodspot_by_QuEriOus.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5419179332857606338" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 300px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjcccMeoNyVmIYJXpL7tVyU4EcdP9NDubeR4hBhpE3QvuACMwZ_2hXIFyTv6Z5r0D08RSdf_YBKrzM_iOw2C9Mgy6wmJS-s0Zix-N7h8jA9gyU4PAPCPfJAVNkAU1TRGopm8FD6/s400/Love_is_just_a_bloodspot_by_QuEriOus.jpg" border="0" /></a><br /><div>Aşk gerçekten üç kişiliktir ama bu üçüncü kişi başka bir insan- rakip filan manasında değil. </div><br /><div>İki kişi aşık olduğunda üçüncü bir kişi, bir persona yaratırlar. Bu ilişkidir. Gerçek bir insan gibi doğum tarihi, karakteristik özellikleri, belirli tepkileri, sıkıntıları vardır. </div><br /><div>O yüzden aşk bittiğinde hissedilen ölüm acısıdır aslında, yaratılan persona ölmüştür, gerçek bir insanın ölümü gibi yıkıcıdır, aynı acıyı verir.</div><br /><div>İlişki sırasında taraflardan biri kendi varlığını bu persona içinde eritti ise, yani kendini yok edip o personada yaşamaya başladı ise ayrılık o taraf için iyiden iyiye acı vericidir, iki kişi birden ölmüştür. Kendisini yeniden var etmeye uğraşması, parçaları birleştimesi ve yeni bir insan yaratması gerekmektedir devam etmek için. Bu yaratılan insan genelde eskisine benzemez. </div><br /><div>Eğer her iki tarafta kendini yok etmediyse ayrılık gerçekleştiğinde ortaklaşa yarattıkları üçüncü şahsa ağlarlar ama diğer duruma göre kolay atlatır, kendi benliklerinde devam ederler yollarına. Ama bu, kendini ilişkide öldürüp de sonra yeniden yaratmak zorunda kalan insandan daha iyi durumdadırlar anlamına gelmez asla. </div><br /><div>Her iki tarafta bu üçüncü varlıkta kendi varlıklarını yitirirlerse aşk hiç bitmeyebilir. Buna tasavvuftaki kendi benliğini aşk içinde eritme gözüyle bakarak yüceltedebiliriz ya da kendi benliğini korumayı beceremeyip ortaklaşa yaratılan garabet bir hünsa üzerinden hayatlarını sürdürmeye çalışıyorlar gözüyle bakarak yeredebiliriz. </div><br /><div>Belki her ikisi veya hiçbiridir. </div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com12tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-59562341409444156252009-12-08T06:26:00.000-08:002009-12-08T06:33:08.502-08:00Endişeli Peri' nin Mimi<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLI48jRxF36tmm6F7P8Ql2zzlqViPxudFQw7BdYsR7lA-vjKvoOeX_yIlG5VQB8N_3nX_m-hG-HRpt0adR_KKuNethUM4tBbP5sbpcIQG4-vuT2LTn2e4WSu_krD1TneGzBmHy/s1600-h/Fairy_tale.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5412873323632041586" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 300px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgLI48jRxF36tmm6F7P8Ql2zzlqViPxudFQw7BdYsR7lA-vjKvoOeX_yIlG5VQB8N_3nX_m-hG-HRpt0adR_KKuNethUM4tBbP5sbpcIQG4-vuT2LTn2e4WSu_krD1TneGzBmHy/s400/Fairy_tale.jpg" border="0" /></a><br /><div>Sevgili <a href="http://endiseliperi.blogspot.com/2009/11/mim.html">Endişeli Peri </a>mimlemiş beni. Endişeli Peri özeldir. Bir yazısını okuyunca arşivine daldırtanlardan. Sağolsun beni düşündüğü için. Hemen ciddiyetle cevapladım. <a href="http://postmortemofvirgilius.blogspot.com/2009/12/maymunlar-cehennemi-uzerine-sagdan.html">Virgilius</a> gibi oturup violence güzellemesi yazmadım yani. (Canım benim) :)</div><br /><div><br />1. Şu an okumakta olduğunuz kitap nedir? Kısaca konusunu anlatır mısınız?</div><br /><div><br />Şu anda birden fazla kitap okuyorum. Kitaplar evin çeşitli yerlerine dağılmış durumdalar ve yerlerine uygun zaman dilimlerinde okunuyorlar. :)</div><br /><div>Yatağımın başucunda "Kadının Evrimi" var. Yazarı Evelyn Reed. Daha çok antropolojik bir kitap, bana hiç bilmediğim şeyler öğretiyor. Mesela ben hep insanlar önce ensest yaşamıştır sonra çocuklar filan yamulunca değiştirmişlerdir diye düşünürdüm. Alakası yokmuş aksine kan bağını geçtim aynı klan içinden bile erkeklerle kadınlar beraber olmuyormuş, anca klan dışından. "Bizim mahallenin kızı" kavramının kökü baya bir eskilerde imiş. Yamyamlık tabusu da çok ilginç mesela, eski çağda insanlar yamyam olduklarının farkında değillermiş çünkü bizdeki gibi bir insan-hayvan ayrımları yok. Totem hayvanları ve kendi klanlarının içindeki insanlar "insan", klan dışı insanlar ve totemleri olmayan hayvanlar "hayvan". O yüzden klan dışı bir insan yediklerinde hayvan yediklerini düşünüyorlar. İşte böyle ilginç şeyler anlatıyor, daha başlarındayım, bakalım neler öğrencem daha. Kendimi yavaşlatıyorum ki hemen bitmesin. :)</div><br /><div>Tuvalette "Anaerkillik ve Kadın Hakları" var. Erich Fromm' un. Hastasıyım kendisinin. Bu kitap hakkında daha ayrıntılı yazacağım. </div><br /><div>Salonda hep oturduğum köşenin yanındaki sehpada "Cinsellik ve Cinsel sapmalar" var. O da Erich Fromm' un. Biraz dağınık bir kitap ama güzel. Cinsel sapmaların kökenlerine iniyor. İlginç saptamalar var. Genel olarak sevdim.</div><br /><div>Normalde hep böyle kurgu olmayan şeyler okumam, kurguyu severim. Ama bu dönem böyle denk geldi.</div><br /><div>Bir de her daim okuduğum kitaplar var benim. Özel işlevleri var. Diyelim canım çok sıkkın mesela sevgilimle kavga ettim, gece, uyuyamıyorum, gözler ağlamaktan şiş, hemen gider "Küçük Prenses" i alırım. Sara' nın babasının öldüğü yerlerde gene ağlarım, sonra Hintli Beyefendi' nin Sara ile Becky' ye hazırladığı odayı okurken dalar giderim. Rahatlatır beni. </div><br /><div>Ya da diyelim hem üzgünüm hem çook öfkeliyim, böyle "tüm köyü yakasım" var, o zaman Carrie' ye gidiyor elim. O da beni içindeki şiddetle yatıştırıyor. İstediğim şiddeti okuyunca belki köyü yakmış kadar oluyorumdur kim bilir. Stephen' cığım da sanırım kitabının şiddet mastürbasyonu olarak kullanılmasına bozulmaz. :) Yanlız sevgilimle kavga edip, Carrie ye uzanırsam sevgilim için çok hayırlı şeyler olmaz sanırım. :) </div><br /><div>Bir de kendime kızdığım iradesiz bulduğum zamanlar Oblomov' u okurum, özellikle sonunu, yani razı olduğu hayatı. Beni bir dürter bu. Gerçi bazen de aşırı kendine acımaya yol açıyor ya da tüm Stoltz' lara kıskanma ile karışık öfke hissettiriyor ama iyidir genelde etkisi. </div><br /><div>Öylesine tekrar tekrar okuduğum kitaplarsa, Günlerin Köpüğü (Boris Vian), Demian ve Bozkırkurdu (Herman Hesse) , Catcher In The Rye (Salinger), Mahmut ile Meryem (Elçin), Yalnızız (Peyami Safa)</div><br /><div>Aslında daha da vardır aklıma gelmeyen, kitaplarımı paso tekrar okurum ben.</div><br /><div><br />2. En son aldığınız kitap?<br />İşte şu an okuduklarımı aldım en son. </div><br /><div><br />3. Şimdiye kadar aldığınız kitaplar içinde en sevdiğiniz hangisidir?</div><br /><div>O kadar değişen birşey ki. Birini ayırmak zor. Evdeki tüm şişeleri toplayıp depozito parasıyla aldığım "Thor" (çizgiroman), en sevdiğim değil ama alınca en sevindiğim kitap olabilir. (Yaş 11 )</div><br /><div><br />4. Bir türlü bitiremediğiniz, bitirseniz de sizi illallah ettiren kitap hangisidir?</div><br /><div>Tristram Shandy. Olmadı olamadı, ne özgün olması ne türünün tek örneği olması işe yaradı. Konusuz kitap okuyamadım a dostlar :) Yine de umutluyum, belki bir gün.. </div><br /><div><br />5.Elinizdeki kitap bitince okumayı düşündüğünüz kitap nedir?</div><br /><div>İdeefixe deki listemi koyayım, tembellik edip :)<br />Başkalarının Acısına Bakmak- Susan Sontag</div><br /><div>Değiştirmek İçin Video Gör, Filme Çek, Değiştir -Derleme</div><br /><div>Demiryolu Çocukları -Edith Nesbit</div><br /><div>Hayatımızdaki İnce Şeylere Dair- Ahmet İnam </div><br /><div>Leziz Sırlar- Işık Polater</div><br /><div>Sahilde Kafka -Haruki Murakami</div><br /><div>Tekinsiz- Chuck Palahniuk</div><br /><div>Toplumsal Aklın Eleştirisi- Jan Spurk </div><br /><div>Uygarlık Tarihi- Server Tanilli </div><br /><div><br />Bir de Robinson' a gidebilirsem, Summer Crossing (Truman Capote) ile A Maggot (John Fawles) ı alcam. </div><br /><div><br />Öperim.</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com143tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-13055454361263003522009-11-16T23:54:00.000-08:002009-11-17T00:17:28.894-08:00Modern Zaman Cadısı<div><a href="http://3.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/SwJbX08_zwI/AAAAAAAAAmI/aFYf0eDABGE/s1600/untitled22.JPG"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404982967707619074" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 322px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/SwJbX08_zwI/AAAAAAAAAmI/aFYf0eDABGE/s400/untitled22.JPG" border="0" /></a> <img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5404983357722295890" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 123px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjPEIHV0x4PvP6RcjVVBfFngwQVMJTKVyf4in7jRsRsVFGafsuUuWIkic90yYNfAd4rK5b-y7mkJKnwkfhslluJNxpLqNXvQg_iekIAdSVirVrwsiMeZyuPL5qhgjoxw6JRppuO/s400/untitled33.JPG" border="0" /><br /><br /><div>Şimdi, olayı biliyorsunuz sanırım, Fenerbahçeli bir taraftar kadın Galatasaray maçında el hareketi yapmış. Orta parmak. Sonra olaylar filan olmuş işte, çok sıkıcı. Yani bildiğin taraftarların birbirine girmesi. 100 bin yıldır olan şey. Bu kadın da olayları başlatan kişi olarak damgalanmış, gazetelere taşınmış, ifade vermiş.</div><br /><div>Çok komik değil mi yaa? Bir maçta yapılabilecek en masumane hareketlerden değil mi bu? Herkes galiz küfürler etmiyor mu? Ortalıkta pet şişeler uçuşmuyor mu? Zaten kadın suratıma bozuk para geldi, sonra yaptım diyor. Bozuk parayı saçan vandal değil de el hareketi yapan kadın başlatmış olayları.<br /></div><div>Tabii ki olay bunu yapanın bir kadın olması. Yani sen kalk, erkeklerin mekanına gir, hatta mabedine, kutsal evine, (üstelik süs eşyası olarak da girmemişsin, maçta güzelliği ile dikkat çeken cici taraftar kız da olmamışsın) sonra o kutsal evde tamamen erkeklerin alanı olan el hareketlerine girmişsin. Yakılacak kadınsın. Bu kadarla yırttığına şükret.</div><br /><div>Üzgünüm ama kadınlar da küfrediyor, el hareketi yapıyor, sinirlenince benzer tepkiler verebiliyoruz. Küfür edilsin süperdir filan demiyorum, herkes kendi bilir ama aynı hareketin beş beterini erkekler yaparken birini sırf kadın diye yaftalarsanız komik oluyorsunuz. </div><div></div><br /><div>Bu arada süper okuyucu yorumları var, benim dediğim noktaları süper özetleyen:</div><div></div><br /><div>1- Haddini bil mesajı:</div><br /><div><a href="http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/default.aspx?User_ID=25139302" target="_blank">murat savas (Tüm Yorumları)</a><br />17.11.2009 09:03:48<br />Son dakikaya kadar o taraftar küfür etmedi de ne oldu son dakikada ? o Bayan gerçi bayan demeye dilim varmıyor rezilliği çıkarana kadar.Zaten stresli maç.Ortam gergin.Herkes salonda terden bayımış ne luzumu vardı ? Tamam erkek kadın eşittirde ..bu kadarda değil :) </div><div></div><br /><div>2- Yaşlısın evlenemişsin, bu her hareketini açıklar zaten mesajı:</div><div><br /><a href="http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/default.aspx?User_ID=26719628" target="_blank">Ümit Eren (Tüm Yorumları)</a><br />17.11.2009 09:01:18<br />40 yaşında kadın..42 yaşında erkek arkadaşı ile birlikte..Deplasman maçına gitmesi englellenmiş bir maça gidiyorlar. 2 kişi ile sözde basketbolcuların yalnızlıklarını gideriyorlar. Demek ki basketbolcular da bunları tanıyor. Sonra ortaparmak yapıyor. Aile olamamış bu yaşta holigandan ne beklenir? </div><div></div><br /><div>3- Cinselliğinle aşağılarım, ağzını kapar oturursun mesajı:</div><br /><div><a href="http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/default.aspx?User_ID=16421230" target="_blank">tamer güneş (Tüm Yorumları)</a><br />17.11.2009 08:58:32<br />Tahrik olmuşsunuz bu belli.Umarım tatmin de olmuşsunuzdur. </div><br /><div></div><div>4- Kibar, "ama bir kadına yakışır mı" mesajı: </div><div><br /><a href="http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/default.aspx?User_ID=16673988" target="_blank">sebahattin uzun (Tüm Yorumları)</a><br />17.11.2009 08:44:33<br />Hanım efendi bakın, sizin tahrik olma gibi bir hakkınız yok,eğer tahrik olur kabahat yaparsanız, karşılığı cezadır.maç sizin yüzünüzden çığrından çıktı varmı böyle bir hakkınız,sizin yaptığınız haraket bir bayana yakışıyormu,yakıştırdınızki yaptınız ,hiç sağa sola suç atmayın suçun kaynağı sizsiniz </div><br /><div></div><div>5- Güzel bile değilsin, geber mesajı:</div><br /><div><a href="http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/default.aspx?User_ID=25248389" target="_blank">Salim Karaer (Tüm Yorumları)</a><br />17.11.2009 06:43:03<br />Kızım seni kım tahrik eder tahrık edenın gözlerı bozuktur =) + hepinizde birer galatasaray fesatısınız boşuna kendını yorma eii gunler =) F7 F5 28 yıldan beri kupa alamassanız aga böle fesatlıklar çıkar içinizde bizde güleriz =) EZİKLER </div><br /><div></div><div>6- Bir tane de haksever, öpüyoruz gözlerinden :)</div><br /><div><a href="http://benimsayfam.hurriyet.com.tr/default.aspx?User_ID=7217607" target="_blank">Bekir Yavuz (Tüm Yorumları)</a><br />17.11.2009 07:42:05<br />Erkekler herzaman yapıyorlar. Aynını kadınlarda yapmış ne olmuş sanki. </div><br /><br /><div></div><br /><br /><div></div><br /><br /><div></div><br /><br /><div></div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com29tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-30295662216320552662009-11-12T03:24:00.000-08:002009-11-12T03:52:38.991-08:00KABUS<a href="http://4.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Svv21HmC9WI/AAAAAAAAAmA/zdF2dPNcp6Y/s1600-h/8211kelebek.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5403183570393167202" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 320px; CURSOR: hand; HEIGHT: 244px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Svv21HmC9WI/AAAAAAAAAmA/zdF2dPNcp6Y/s400/8211kelebek.jpg" border="0" /></a><br /><div>Dünden beri korkunç bir kabusun içindeyim. Ruhsal hezeyan filan değil, gayet pratik, fiziki bir hadise.</div><br /><div>Mutfağımı kurtlar bastıııı..!!</div><br /><div>Kaynağı da bulamıyorum. Resmen kurtlandım. Üstelik mutfağım en temiz dönemlerini yaşarken. Kabus bu. Kurtlar ilerleyip tavana çıktııı.. Korkudan mutfağa giremiyorum. İlaçlama firması yarın gelecek ama o kaynağı bulmalıyım ben. Annem dolapların birinde kuru patlıcan olacaktı odur dedi. Şimdi onu arıycam. Uff kafama düşecekler yaa. Dün gece deliler gibi ağladım. </div><br /><div>Bugün de biri cebimden aradı, "Emniyetten arıyorum hamfendi, kimle görüşüyorum" diyor, "ulan emniyetten arıyosun kimi aradığından haberin yok mu? " ben de tabii "siz kimsiniz" filan dedim. Bu bir celallendi, arkadan siren sesleri filan da geliyor, "emniyetten diyorum hamfendi emniyetten" deyip bas bas bağırarak küfretmeye başladı. Şok oldum, can havliyle kapadım. O neydi yaa öylee? </div><br /><div>Çok garip herşey. Hayırdır inşallah, hayırdır inşallaah! </div><br /><div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com11tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-25077355852106959292009-11-11T02:43:00.000-08:002009-11-11T02:50:07.814-08:00Evet<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQDQcxToyypyPcmw3rpgyF7J3qKgFdGEMXIz5abtloon1ydfatwA7HRkR7vT3DPhkO1FCUIym_9qSAPI09kJ7VXOxf6Ihnm-rSI7iGDeR_VtcVzAVVylXcYyDFUZbdluOGZ5yT/s1600-h/Iris_Eye_Macro_Stock_by_zpyder.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402796553018436914" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 300px; CURSOR: hand; HEIGHT: 301px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgQDQcxToyypyPcmw3rpgyF7J3qKgFdGEMXIz5abtloon1ydfatwA7HRkR7vT3DPhkO1FCUIym_9qSAPI09kJ7VXOxf6Ihnm-rSI7iGDeR_VtcVzAVVylXcYyDFUZbdluOGZ5yT/s400/Iris_Eye_Macro_Stock_by_zpyder.jpg" border="0" /></a><br /><div>"Ey insan!<br />Bu kitabı sana ithaf ediyorum. Başının üstünden büyük bir rüzgâr geçiyor. Yalancı bir fecirle başlayan asır kararıyor ve sana tek ümit ışığı olarak en kuvvetli kaynağı uranyum'da değil, senin ruhunda sıkışmış maddeden koparıp çıkardığın korkunç tahrip âletinin patlayışıdan yükselecek alevi bekletiyor. </div><br /><div>Ey bahtsız! Tarihin hiç bir devrinde kendine bu kadar yabancı, bu kadar hayran ve düşman olmadın. Laboratuarında aradığın, incelediğin, oyduğun, dibine indiğin, sırrını deştiğin herşey arasında yalnız ruhun yok. Onu beyin hücrelerinin bir üfürüğü sanmakla başlayan müthiş gafletin, otuz yıl içinde gördüğün iki muazzam dünya harbinin kan ve gözyaşı çağlayanlarında en büyük dersi arayan gözlerine bir körlük perdesi indirdi. </div><br /><div>Bırak bu maddeyi, boğ şu ölçü dehanı, doy şu fizik ve matematik tecessüsüne, kov şu kemmiyet fikrini, dal kendi içine, koş kendi kendinin peşinden, bul onu, bul kendini, bul ruhunu, bul, sev, bil, an, gör, kendi içinde gör Allah'ını. Kendine dön, kendine bak, kendine gel. Aptalca bir konfor aşkından doğduğu halde herbiri daha korkunç bir dünya harbi hazırlayan teknik mucizlerinin yanında, senin iç zıtlıklarını elemeye yarayacak ve seni kendi kendinle boğuşmaktan kurtaracak ruh mucizelerini ara. İnan mânevîlere ve mukaddeslere, inan! Onlar hakkında bu kadar küçükçe düşünmekten utan! Her sezilen derinliğin ifşa ettiklerini düşünmekten bile seni alıkoyan tabiatçı metodlarını fırlat ve bitlenmiş elbiseler gibi at. </div><br /><div>Ortaçağ papazında haklı olarak ayıpladığın darkafalılığın anlayış sınırlarını daha fazla darlaştıran beş duyu idrakinin kapalı dünyası içinde kalma..."</div><br /><div><br />Peyami Safa, Yalnızız</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-33541534950220547682009-11-10T02:00:00.000-08:002009-11-10T02:03:32.087-08:00Sevgi- Bedel<a href="http://1.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Svk6avYnq5I/AAAAAAAAAlw/8OI05DJ-ejI/s1600-h/Crimson_by_UnaObsesion.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5402413459078359954" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://1.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Svk6avYnq5I/AAAAAAAAAlw/8OI05DJ-ejI/s400/Crimson_by_UnaObsesion.jpg" border="0" /></a><br /><div><br />Sanırım tarihin her döneminde bir "Eskiden böyle değildi. Daha iyiydi." tribi var gördüğüm kadarıyla. O yüzden "eskiden şöyle iyidi, böyle iyiydi." sözlerine pek prim vermemeye çalışırım. Ama şimdiki geçiş dönemimize baktığımda kendime göre bazı olumsuz şeyler görüyorum. Yazacaklarıma başlamadan önce şunu ileteyim kendimi bu yazacağım durumlardan azade, ayrı tutmuyorum. Yani ben süperim ama zaman kötü tarzı bir durum yok.<br />Genel bir gözlem benimkisi.</div><br /><div>Bahsetmek istediğim şey insanların sevdikleri zaman, sevdikleri için bir bedel ödemeyi toptan reddetmeleri. Eskiden daha fazla görülen birşeydi sanki, sevginin bir bedeli olduğunu bilmek, ona göre davranmak. Ama artık sanki hiç kimse sevdiği için bir şekilde kendi isteklerinden taviz vermeye, fazla emek harcamaya yanaşmıyor. Aşık olduğunu söylüyor insanlar ama aşık olunan kişi için hiç bir özel emek, kendi yaşantısından taviz vs düşünülmüyor bile. </div><br /><div>Başta verilen emekten bahsetmiyorum. Yani tavlama emeği, kendini ilk anlatırken biraz da heyecanla verilen emek, efendime söyliyim av-avcı olayları emeği değil kastettiğim. Birini gerçekten sevdiğinde verdiğin emek. Sevginin sürmesi için, gelişmesi için verilen. Ve kimse değişmek istemiyor karşısındaki için. Değişmekten kastım utangaç mizaca sahipken birden parti kızı olmak filan gibi kişilik değişmeleri değil. Kimse yaşam tarzından taviz vermiyor. Bunu istemiyor. Bu bir nevi özgürlük kısıtı gibi düşünülüyor. Tabii ki insanlar tüm özel zevklerinden efendim hobilerinden vazgeçsin her dakikayı beraber geçirsin demiyorum ama bir orta yol bulunabilir, seviyorsan bedel ödenebilir diye düşünüyorum. </div><br /><div>Artık bedel ödemeye gönülsüzlüğü ben "bu dünyaya geldiysen her zevki tatmalısın, her ortama girmeli, her yerden bal almalısın." anlayışına bağlıyorum. Sanki mecburuz zevk almaya. Sanki mecburuz çalışmaya, çalıştıktan sonra türlü çeşit hobi bulmaya, oraya girmeye, şurdan çıkmaya.<br />Yoksa birşeyler kaçıyor, hayat kaçıyor gibi hissediyoruz. </div><br /><div>Durup düşünsek aslında, dünya elips eski bir gezegen değil de, sulu kocaman kırmızı bir elma mı? Biz ömrümüz yettiğince sulu elmayı dişleyip, ölmeden bitirmeye çalışıyoruz. Elmasını usul usul yiyen yadırganıyor, acele ile, telaşla peşpeşe ısırıklar alıyoruz. Elmanın tadını seven var mı soran yok? Amaç bitirmek, aklımızda duracağına midemizde dursun. </div><br /><div>Hayat bu mu? </div><br /><div>Bu şekilde olunca kimse durup, sevdiği (sever gibi olduğu diyelim) biri karşısına çıktığında buna gereken önemi, emeği veremiyor. Hayat kaçıyor çünkü. Hem bu modelin daha üstü varsa ya? Bununla oyalanırken onu kaçırıyorsa? Şöyle söylemler de vardır ya, "3 senemi verdim ama şöyle böyle olmadı." O 3 sene kıymetli. Peki o 3 sene nasıl geçti? Güzelliği yok muydu? Mutlu olmadın mı? 3 sene yüzünden hayat projesi aksamış oluyor.<br />Hayat cidden bir proje mi? Milestone' ları olan, zamanında tamamlanmadığında sorun çıkan bir proje mi? </div><br /><div>Daha yazacaktım ama böyle acıklı tonda yazmaya devam edemedim.. Zaten DOT umun oyunları çıkmış. Bu Cuma "Shopping and Fu..ing" e gidiyorum. Bir neşe sardı içimi. Hayat da projeymiş değilmiş şu an ..ikimde değil.</div><br /><div>Hehehe dandik bir dengesizsin diyorsanız 1 i, yok canım normal diyorsanız 2 yi, de get diyorsanız 3 ü tuşlayın. </div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com22tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-25927569942878702512009-11-02T03:06:00.001-08:002009-11-02T03:23:52.790-08:00Kısa.. Kısa..<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgY2aU9T7J5aSkvbjFSh7l7EcehmLqS6q_YeTldYNGXc_8m8LqM5d1zVtuqET59njRMf-m1opbcs-xW0pSKksl2w-NGpzTuusCPznJhahk76IG9xm5mr8Xn7lswd6P4L3Z-Z1Ew/s1600-h/vain_courtship_tadema.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5399465463886692546" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 300px; CURSOR: hand; HEIGHT: 327px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgY2aU9T7J5aSkvbjFSh7l7EcehmLqS6q_YeTldYNGXc_8m8LqM5d1zVtuqET59njRMf-m1opbcs-xW0pSKksl2w-NGpzTuusCPznJhahk76IG9xm5mr8Xn7lswd6P4L3Z-Z1Ew/s400/vain_courtship_tadema.jpg" border="0" /></a><br /><div>- Kış mevsimini günahım kadar sevmiyorum. Yağmuru da sevmiyorum. Bütün yağmur romantiklerine burdan "emin misiniz?" diyorum. Islanmayı sevmiyorum. Şemsiyemin ters dönmesini sevmiyorum, bereketse bereket, tarlaya yağsın baraja yağsın, seçici olsun. Yağmurda seçicilik istiyorum. </div><br /><div></div><br /><div>- TNT de her gün 18,30' da "Kuzeyde Bir Yer" dizisi çıkıyor. "Kuzey Işıkları" adıyla. Ohh ne güzel oldu bulduğum. Neşeyle seyrettim. Nasıl severdim bu diziyi ben.</div><br /><div></div><br /><div>- Terapistin önerisiyle yemekle olan ilgimi daha üretken bir şekle büründürerek çok yeme tehlikemi bertaraf ediyorum. Yemek yapıyorum yani yemek düşünmek ya da yemek yemek yerine. Yaptığım şeyi yiyorum tabii de aşırı yemiyorum. O aşırı istek gitmiş oluyor yaparken. Eskiler buna "kokusundan doymak" filan diyor. Bir bildikleri varmış. Çok işe yarıyor. Hafta sonu bir balık buğulama yaptım, parmaklarımı yedim. Maharetliymişim de maşallah. Bir de yemek programları filan izleyip not alıyorum. Görüntüden de doyuyorum, çok acaip. İnsan ilgilerini cidden daha yararlı mecralara kaydırabiliyormuş. Zayıf bir gurme olup çıkıcam böyle devam ederse. :)</div><br /><div></div><br /><div>- "I wanna do bad things with you". Durun kaçmayın bişey yapmycam şu True Blood dizisinin müziğinden bu sözler. İlgimi çekiyor bir türlü seyredemiyorum diziyi. Güzel gibi, vampir fetişimi doyurabilir ve fakat twilight gibi ergen bişiy çıkmasından korkuyorum.</div><br /><div></div><br /><div>- "Lie to me" güzel, Tim Roth zaten sevdiğimiz hurmet gösterdiğimiz bir abimizdir. House kadar olamaz ama. O bir tane. </div><br /><div></div><br /><div>Ay boş boş şeyler yazdım sanki, eh hayat boş demiştim. </div><br /><div>Bir şiir attıralım bari:</div><br /><div></div><br /><div>Sen kaçan ürkek bir ceylansın dağda</div><br /><div>ben peşine düşmüş bir canavarım.</div><br /><div>istersen dünyayı çağır imdada</div><br /><div>sen varsın dünyada birde ben varım</div><br /><div>seni korkutacak geçtiğin yollar</div><br /><div>arkandan gelecek hep ayak sesim</div><br /><div>sarıp vücudunu belirsiz kollaren</div><br /><div>seni yakacak ateş nefesim</div><br /><div>kimsesiz odanda kış geceleri</div><br /><div>için ürperdiği demler beni an</div><br /><div>deki odur sarsan pencereleri;</div><br /><div>deki rüzgar değil odur haykıran</div><br /><div>göğsümden havaya kattığım zehir</div><br /><div>solduracak bir gül gibi ömrünü</div><br /><div>kaçıp dolaşsan da sen şehir şehir</div><br /><div>bana kalacaksın yine son günü</div><br /><div>ölürsün kapanır yollar geriye</div><br /><div>ben mezarla sırdaş olur beklerim</div><br /><div>varılmaz hayale işaret diye</div><br /><div>toprağında bir taş olur beklerim.</div><br /><div></div><br /><div>Necip Fazıl' dan "Bekleyen" şiiri. </div><br /><div></div><br /><div>Bekleyenim olsa da razıyım kavuşmasam. Efkarlıyım a.q. </div><br /><div></div><br /><div></div><br /><div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com40tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-79364490021317138792009-10-27T08:03:00.000-07:002009-10-27T08:14:21.056-07:00Şimdi ne olacak?<a href="http://4.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/SucOKVYd2uI/AAAAAAAAAlg/MBtRaPD0yHs/s1600-h/untitled2.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5397298249128073954" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/SucOKVYd2uI/AAAAAAAAAlg/MBtRaPD0yHs/s400/untitled2.bmp" border="0" /></a><br /><div>Garibim. Pek iyi değilim.</div><div></div><br /><div>Hayatım değişti o kesin, daha doğrusu gözlerim açıldı.</div><div></div><br /><div>Bu yemek bağımlılığı ile ilgili. Bu sır değil, uzuuun bir süredir yemek bağımlısıyım ben. Şık olsun diye böyle demiyorum. Gönül rahatlığı ile de tabu kelimeyi kullanabilirim. "ŞİŞMANIM". Büyük harfle şişman. :) Ama yemek bağımlısı diyorum özellikle, vurgulamak istiyorum çünkü. Çoğu insan çok yemenin bir bağımlılık olduğunu, sigaradan, uyuşturucudan farklı olmadığını bilmiyor. Yani sigara bağımlıları daha fazla saygı görür şişmanlardan, hele uyuşturucu bağımlıları daha bir el üstünde tutulur. Daha romantik ve mağdur kahramanlar gibi görülür. İnsanlar sempatili acıma duyarlar bu tip bağımlılıklara. Ama şişmanlara sempatili acıma değil, nefret acıması gösterilir genelde. Bir sürü insanda var bu. Söylem de şöyle birşey: "Boğazını tut be, yani bu kadar mı zor bir boğazı tutmak." Zor a.q. Bildiğin herhangi bir bağımlılıktan vazgeçmek ne kadar zorsa bundan da o kadar zor. </div><div></div><br /><div>Neyse konumuz bu değil. Sadece bağımlılık olduğunu vurgulayıp geçicem.İşte son zamanlarda normal yiyorum ben. Zayıflıyorum da. İnşallah sonuna kadar da gidicem çünkü ..öt korkusu kolay değil. Belim incinip de zor hareket ettiğimde artık fazla yemek yemek diye bir opsiyonum da kalktı. Kaldırdım yani. Yok artık öyle birşey. Fazla zorlanmadım da. Zaten az<br />yemiyorum. Sadece eski yediğim gibi yemiyorum. </div><div></div><br /><div>Eski yeme biçimimi de kısaca tarif edeyim. İşten eve dönerken, bakkaldan çekirdek (bitirmesi uzun sürüyor diye), pop kek, eti negro, bazen Nutella ve bitmişse mısır gevreği ile süt alınır. Bazen de bunların yanına cips ve kola. Eve gelince önce telaşla Dominos aranır ve bir ortaboy İtalyan Pizza ile Chicken Wedges sipariş edilir. Onlar gelene kadar boş kalmamak için, cips veya mısır gevreği ile süt atıştırılır. Aynı anda birşeyler seyredilir. Sonra pizza ve tavuk gelir. Önce tavuk bitirilir arada bir çikolata molası verilir. Pop Kek filan yenir. tatlı sevdiğimden değil, cidden çok düşkün değilim, bu hareketin sebebi pizzanın lezzetinin tatlıdan sonra keskinleşmesidir. Sonra Pizza yenir arada aynı amaçla tatlı molaları verilir. Bittiğinde tatsızlık, ağırlık ve suçluluk duygusu çöker. Haz kısmı en fazla 10 dakikadır. Daha fazla değil. Ağırlığa az derman olsun diye nefret edilen Kola içilir. Cidden kola sevmem. Ama burda amaç sevilen birşeyi yemekten çok bu ritüeli sürdürmektir zaten. Belki pizza bile sevmiyorum ama bunu anlayabilecek bilinç<br />düzeyinde değilim o sıra. Sonra çekirdek yenir. Onun esprisi, mide şişken de yenebilmesi ve uzun sürmesidir. Olay devamlı yenecek birşeyin bulunması ile ilgili. Tam anlamıyla bir tören-şölen-ritüel tarzı birşey bu. Ayrıca inanılmaz birşey yaa. Şu hale bak. Ve yalnız olmalı insan bunu<br />yaparken, yalnızlık gerekiyor bunun için. O yüzden bazen annem, ablam bende iken kendimi çok kötü hissettiğimi biliyorum. Gitsinler de kendi dirty little dünyama geri döneyim diye. </div><div></div><br /><div>Yaşamayan bunu bilemez. Anlayamaz da. En iyi niyetli reaksiyon bile, "ooo abicim dünyayı yemişin, keyif sendeymiş" filan gibi bir reaksiyon olur. Bunun zevkle, keyifle hatta yemekle ilgisi yok. Damak tadı ile de. Dediğim gibi haz en fazla 10 dakika.Nasıl anlatmalı bilmem. En iyisi boşvereyim. </div><div></div><br /><div>Şimdi ne yapıyorum? Basit. Sabahları bol peynir, iki dilim ekmek, az zaytin ve bol domates- salatalık- biber yiyorum. Öğlenleri bir tabak çorba ve ana yemek, bir dilim ekmek, akşam da öğlenin aynısı. Mümkünse bir öğün sebze bir öğün protein yiyorum. Olmazsa sebzeye biraz peynir koyuyorum. </div><div><br />Hepsi bu. Ve elbette zayıflıyorum. Zor mu? Elbette zor. Ama belimin korkusu onu bastırdığından sanırım ve bir de belim ilk başlarda çok kötüyken bu yemek işini düşünüp döktüğüm<br />gözyaşlarından olsa gerek, çok da zorlanmadan ritüelimden ayrı kalabiliyorum. Şimdi eski tarz imkansız geliyor hatta. Birşeyler değişiyor işte. Bazen kötü birşey yol açıyor buna ama sonucu olumlu oluyor filan. </div><div></div><br /><div>Ama bu bir başarı öyküsü değil, biraz daha hüzünlü bir öykü. Ben bu bağımlılığım gidince birden "boş" yaşamımla karşılaştım. Önceden kafamı devamlı meşgul eden "yemek" kavramı vardı. Ve bu bağımlılık yüzünden hayatımın zorlaştığını, pek dertli olduğumu, bu olmasaydı hayatımın nasıl da güzel olacağını filan düşünüyordum. Sonra eşitlikten yemekleri çıkardık ve voila, hayatım bildiğin boş, boktan bir hayatmış len. Bağımlılığın olmaması beni hayatımla yüzleştirdi. Gördüğümü beğenmedim. Hele bu aralar hep mesaide olduğumdan baktım hayatım şöyle birşey: Sabah aynı saatte kalk, egzersizlerini yap, kahvaltını yap çık. Eve akşam geç saatte lanet ederek dön, bir yandan da acılar içinde ol, (çok oturunca belim acıyor) sonra abuk gubuk şeyler seyret, sevgilini ara, uyumamaya çabala, sonunda uyu. Böyleymiş benim hayat. </div><div></div><br /><div>Şimdi "eee sen ne sanıyordun ki ya..aam" diyebilirsiniz. Ama ben bunun acısını pek hissetmiyordum kii, benim yemeklerim, yemeğe özgü acılarım vardı, onlar gidince mutlu olcaktım. </div><div></div><br /><div>Anlatabildim mi emin değilim. Çok kötüyüm şu an. Yemeğin yapamasam da bir çaresi vardı, bunun yok. Çok garibim. Gece deli gibi ağladım. Durduramadım kendimi. Off anlatamıyorum. </div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com16tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-22237103551187366212009-10-19T07:18:00.000-07:002009-10-19T07:23:55.243-07:00Sıkıldım.<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLvS67MNnPU6Ck8E2K54gDEshAJL2hnJlAMtJLZfGng6nbhNcINbWjxu3_tz4_gtq0FeXVDVeCK9tyJOMu9Nb-0iqY546rsiZM2I_MAasIIjfI2M0oSFGO8MIxxQAj9plNPJdi/s1600-h/untitled.bmp"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5394316546915647778" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEiLvS67MNnPU6Ck8E2K54gDEshAJL2hnJlAMtJLZfGng6nbhNcINbWjxu3_tz4_gtq0FeXVDVeCK9tyJOMu9Nb-0iqY546rsiZM2I_MAasIIjfI2M0oSFGO8MIxxQAj9plNPJdi/s400/untitled.bmp" border="0" /></a><br /><div>- Belim iyi, maşallah, soranlara teşekkürler. İlk iş günleri çok kötüydü ama, gece eve geldiğimde ağlıyordum acımdam. Of neyse ki iyi şimdi. Allah kimseye vermesin, çok pisti çok. Bir de insanda "hiç iyileşemeyecek miyim lan ben?" psikolojisi uyanıyor, o fena. Neyse iyice geçsin gitsin inşallah.Amma inşallah maşallah dedim haa, Allah kıs kıs gülüyordur bana.</div><br /><div><br />- Sevgilime gıcık oluyorum. Böyle klasik ve karikatürize bir kadın haline gelmiş olmak istemiyorum ama beni benim aradığımdan daha az aradığı hissiyatındayım. Arada ufalıyorum adamcağızı. Yakın bir arkadaşım, erkeklerin hep öyle olduğunu, bu sevmediklerini göstermediğini filan söyledi. Ama bana neee? Bana ne? Ben göstersin istiyorum, o kadar. Aklıma gelen herşeyi hiç filtresiz söylediğim için sevgilim de bu durumun fazlasıyla farkında ama ben agresifleştikçe o da inat ediyor, birazcık "trouble in paradise" durumu. Neyse bakalım. Uzlaşmacı filan olamam, pasif agresif de olmam, "he canım, oldu canım" deyip içimde negatif hisler de besleyemem. Barut gibiyim yaa, karşıma çıksa direk yumrukluycam. Biraz da görememekten oluyor aslında. Off off bir make up sex bile yapamıyoruz ya, ben daha ne diyim. Şimdi böyle deyince de "haha sevişmemek sinir yapmış" diyenler çıkar belki. Şimdiden o diyenlerin taaaa.... Önlemimi alayım, neme lazım.</div><br /><div><br />- Şu keywordlerle bloguma gelenler hakkında hiç yazmadım ama iki tane örnek beni çok güldürdü. Onları yazmak istiyorum.Biri "ben de varım pornoya" diyerek gelmiş bloga. Yürü be diyorum kendisine, kim tutar seni. Yani çok çocuksu ve coşkulu geldi bana. Bir de "mariya hi diye çıldıran adamı dinle" var. Heheheh kimdi o adam sahiden, ben de bilmiyorum, ama şarkıyı anladım. </div><br /><div><br />- Sıkıldım ben aslında. Genel anlamda. Hastalıktan "Filmekimi" ni de kaçırdık. Çok oturmuyum dediğim için sinemaya gidemiyorum. Uzun süre o perdeyi görememek bende çok pis sinir yapıyor. Gerçekten bağımlılık gibi. İstiyoruum, istiyoruum. Bir sürü istediğim film var. Haneke' nin son filmi, Park Chan Wook' un son filmi, Zeki Demirkubuz' un "Kıskançlık" filmi, "Up".. Daha bir sürü aklıma gelmeyen film. "Çağan Irmak, "Mustafa hakkında herşey" ayarında film yapmış" diyenler var, "Karanlıktakiler" i de merak ediyorum. Hufff.. House da başlamadı. Hayat damarlarından biri kopmuş Türkiye gibiyim dostlarım. </div><div><br />Böyleyken böyle. </div><div> </div><div> </div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com37tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-76470952382993183772009-10-12T05:18:00.000-07:002009-10-12T05:38:59.476-07:00Bel Açılımı<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAGeP9XXPO_623qIFTCrjKNdWJN8C7GT0HIV3bASmXbIcFiufpNnXHBPBRzqv01ZD0LGLT4oxClmPwZlvh74O2lK63vycCRLcWSW8SFf1oUJ8UtHJxrciwNJ9K9ZbXm8al58wp/s1600-h/bel.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5391691646424504114" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 343px; CURSOR: hand; HEIGHT: 257px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhAGeP9XXPO_623qIFTCrjKNdWJN8C7GT0HIV3bASmXbIcFiufpNnXHBPBRzqv01ZD0LGLT4oxClmPwZlvh74O2lK63vycCRLcWSW8SFf1oUJ8UtHJxrciwNJ9K9ZbXm8al58wp/s400/bel.jpg" border="0" /></a><br /><div>Bu blog dünyası da pek vefasız yahuu.. </div><br /><div>Belimi kırdım yatıyorum kimsenin haberi yok. Hehehe kırmadım tabii de incittim. Diskimi yırttım. Yırtarım diskleri, omurgalara sığmam taşarım..</div><br /><div>Ev işi yapıyordum aslında, sanırım kendimi fazla zorladım, uzun süre oturmadan sildim süpürdüm, eğildim kalktım vb vb. Sonunda bir kez eğildiğimde kalkmam biraz acılı oldu. Geçer sandım geçmedi. Yatakta bir yanımdan diğerine bile zor dönüyordum.</div><br /><div>Ertesi gün doktora gittim. Muayene etti sonra MR a gönderdi beni. MR iğrenç birşeymiş, tabut gibi. Hep 12 Eylül' de tabutluklara konanları düşündüm, bir de izafiyet teorisini. O sıkışık yerde ne kadar durduğumla ilgili bir fikrim yok ama bana çok uzuuun geldi. </div><br /><div>Neyse efenim MR ın sonucuna göre diskim yırtılmış benim, bel fıtığı başlangıcı gibi birşey. Kadın bel fıtığını 1 den 4 e sıralarsak (4 en kötü) sizinki 1' de, cerrahi müdahaleye gerek yok. İlerlememesi için dikkat edeceksiniz dedi. Fizik tedaviye başlattı ve iki haftada rapor aldım. Oturmak kötü çünkü, yatmak lazım. </div><br /><div>Ağladım doğal olarak. Hem neden başıma bu geldi diye hem de kiloma dikkat etseydim, bu kadar zorlanmaya diskim kırılmazdı duygusundan. Yani belcağızın yükü zaten ağır bir de zorluyorum. Yükü daha az olsaydı bu olmazdı diye düşündüm. Benim suçum dedim. İnsanın sağlığı bozulunca "benim suçum ve telafi için yapacak birşeyim (kısa vadede) yok." demesi çok çok ağır bir duyguymuş. Yani trafik kazası geçirsem bunu hissetmezdim. (Amanın evlerden ırak)</div><br /><div>Bir de ağır olan başka şey "muhtaç olma" duygusuymuş. Yani kendi başına birşey yapamayınca paniğe kapılma. İlk kez oldu bu bana. Şöyle diyim çorabımı çok zor giyiyordum, acıdan gebererek. Bu da bana yaşamak için bir başkasına muhtaç olmanın nasıl birşey olduğunu şöyle kısacık hissettirdi. Of of off, çok ağırmış, çok fenaymış. Bu başkası "annem" oluyor tabii, hemen arayıp onu çağırdım. "Bir tek annem olsun, bana bişey olmaaz."</div><br /><div>Sonra ağladım, gene ağladım, dönüp bir daha ağladım. İlk günler böyleydi, bir de çok ağrıdığından artık rahat hareket edemeyeceğimi, dans edemeyeceğimi, çocuk yapamayacağımı ve bakamayacağımı (nası usturuplu söyledim ama :)) hayatımın bittiğini filan düşünüyordum. Sevgilime 5 kez "istersen ayrılalım, bak gerçekten" filan dedim. O da beni azarlayıp içime kaçan "Hülya Koçyiğit" i ordan çıkarmaya çalıştı. Ama yerleşmiş yezit, neyse ki daha da ileri gidip "Ben seni hiç sevmedim aslında, hahaha oynadım senlen" diyerek gözyaşları ile kaçmadım. Kaçacak halim yoktu zaten :) </div><br /><div>Sonra geçti tabii, baktım yavaş yavaş iyileşiyorum, acısız yürüyorum filan, çok uzun süre geçmeden bitim kanlandı. "Yok leen, bana bişey olmaz, hobaa iyiyim" filan moduna girdim.</div><br /><div>Söylemeye gerek yok sanırım, artık az yiyorum, kilom yüzünden bir ..ok yediysem bari hamudu ile götürmeyim değil mi? Belin yükünü hafifletmek lazım. Bir de nasıl desem bunun bonusu olarak sevgilimin bana hayran hayran bakmasına bir katkıda bulunursa da bu iş, güzel olur. O hayran bakışa bayılıyorum da, daha fazlasını istiyorum. :) Oh baby. </div><br /><div>Bu arada Amsterdam' da yediğim haltlar yüzünden çarpılmış da olabilirim, o da bir ihtimal. </div><br /><div>Neyse satırlarıma son verirken, elime, dilime, belime kuvvet diyorum ve Hacı Bektaşi Veli' yi mezarında şöyle bir döndürüyorum. </div><br /><div>Öperim.</div><br /><div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-58448458185891260632009-09-24T11:29:00.000-07:002009-09-24T11:40:54.827-07:00I Amsterdam<a href="http://4.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Sru9Kjy4MqI/AAAAAAAAAkk/L7zlq4VGfS8/s1600-h/the_apple_by_d_liliane.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5385105768556540578" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 348px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://4.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Sru9Kjy4MqI/AAAAAAAAAkk/L7zlq4VGfS8/s400/the_apple_by_d_liliane.jpg" border="0" /></a><br /><div>Off off döndüm iştee.. </div><br /><div>Çok güzeldi tatil. Nerden başlasam nasıl anlatsam gerçekten bilmiyorum. İyisi mi bodoslama dalayım.</div><br /><div>Tatile yakın arkadaşlarımla çıktım, 7 kişiydik toplamda. Amsterdam' a gidiş için herkes havaalanına zamanında geldi, bir ben geç kaldım. Sonunda bagajsız sırasına girdim. Kadına da saf bir yüzle, "bununla uçağa binebilirim di mi" dedim bavulumu göstererek, kadın "yuhh artık" anlamına gelebilecek bir bakış attı. Yok dedi, büyük bu bavul, bunun üzerine bir çizmeli kedi bakışı attım, kadın da tamam tamam ben geçireyim sizin bavulu dedi. Yoksa kalacaktım havaalanında. Evlerden ırak.</div><br /><div></div><br /><div>Neyse kapağı attık uçağa, uzatmıyım Amsterdam' a geldik. (hızlı geçiş :))</div><br /><div></div><br /><div>Valla ben şehri görür görmez sevdim. Bir kere insana bir genişlik hissi veriyor. Yollar geniş, araba yok, egzos yok, apartman yok, yani evler çok da, bildiğimiz manada çirkin apartman dairesi yok, evlerin hepsi çok güzel. Kanallar güzel, yeşillik bol, parklar güzel. İnsanlar güzel. Harbi güzeller ve çook bakımlılar. Bir tane kılıksız adam yok sokakta. Şımşıkır giyinmişler, bisikletlere kurulmuşlar. istisnasız herkes zayıf, herkes uzun. Direk komplekse kapıl, öl yani, o derece.. Heheheh abarttım biraz. Hemen birşey dikkatimi çekti, çok fazla aktif yaşlı var. Ve onlar da zayıf ve fitler. Sinir şeyler. Herkeste genel bir genişlik var. Böyle bir huzur bir düzen. Bizdeki kaos yok. Yani İstanbul' da kapını evinden dışarı attığın an seni içine alan bir "şey" vardır. Tam ad veremiyorum. Yani çıkar çıkmaz strese ve keşmekeşe, harekete çıkarsın. Burda o yok. İş günlerinde bile koşturmuyor tipler. Gerçekten gıcıklar. Zaten 4 te de mesaileri bitiyormuş, öğle de atla bisikletine o park senin bu coffe shop benim dolaş. O güzel kafayla da işe git filan. Ahhh direk dayaklıklar.</div><br /><div></div><br /><div>Neyse geçelim kıskançlığı. Gelelim neler yaptık neler ettik olayına. önce otele yerleştik elbette. Otelin yeri de çok güzeldi, merkeze yakın, yeşillikli, sevimli bir otel. Sonra da kendimizi sokaklara attık. Arkadaşlarımdan çoğu yani dördü, daha önce Amsterdam' a gelmişti, hatta bir kaç kez gelmişler o yüzden çok iyi biliyorlardı şehri. Onlar gezdirdiler sağolsunlar. Otel Leidseplein' da idi. Önce Leidseplein ' ı bir gezdik, peynirli mantarlı pancake yidim, pek güzeldi. </div><br /><div></div><br /><div>Ordan kalktık, arkadaşlarımdan 3 ü ile beraber bir coffee shop'a girdik. İşte oturduk, içiyoruz. Ben kısa bir süre sonra bir güzelleştim. Kikirdemeye filan başladım. Sonra arkadaşlarım beni uyardı, "Bak Talisman, çok ileri gitme, sonra Amsterdam' dan bir şey anlamazsın, hatırlamazsın bile, müzelere filan da gidemezsin" dediler. Ben bir diklendim. "Yook canıım, gidicem müzelere gezicem de" filan dedim. Tamam dediler, ilerleyen zamanda ben iyiden iyiye güzelleştim, sonra arkadaşım uyarısını tekrarladı, "Bak Talisman Amsterdam' dan birşey anlamayacaksın, dur" dedi, benim tepki zaman içinde şöyle değişti: "Eeehh sokarım lan Amsterdam' aaa" böyle dedim ve koptuk.. Zaten ota boka gülüyoruz. Neyse uzatmıyım sonunda ayıldım ben, hatta çikolata almaya bile gittim kii, bu iyi bir başarı o sırada. Sonrasında iyiden iyiye ayıldık. </div><br /><div></div><br /><div>Dolaştık, yemek yedik, sonra meşhuur Red Light District' e gitmeye karar verdik. Gittik, çok bi numara yok orda. Bilinen kadınların vitrinde durma olayı biraz sarsıcı ama. İnsan tuhaf oluyor. Yani hepimiz kendimizi satıyoruz bir biçimde, beynimizi çoğu zaman ama yine de kendini bir mal olarak vitrine koymak? Biraz ağır geliyor. Bir de kızlar çook güzeller, al getir Türkiye' ye, dizilerde oynasın şöhret olsun anasını satiyim. </div><br /><div></div><br /><div>Arkadaşlarımın içinden biri, sevgili B. Amsterdam' ı avucunun içi gibi biliyor. Nerde ne yapılır, kucak dansı en iyi kız hangisidir ve kaç dakika danseder, nereye nasıl gidilir kısacası herşey ondan soruluyor. Hatta sevgili bir başka arkadaşım D.' nin deyimiyle, "Am demeden Amsterdam ı biliyor." :)) İşte o arkadaşım dolaştırdı bizi Red Light' ta. Sokakta genel olarak bir dekadans havası var. Ama buna rağmen hiçbir taşkınlık filan yok, gereksiz bir abazalık filan da yok. Batmıyor yani, öyle ilginç ki. </div><br /><div></div><br /><div>Neyse sonra bir live show' a gittik. Live show' da çeşitli kızlarımız ve erkeklerimiz sahnede halvet olurken biz izliyoruz. Kulağa geldiği kadar "dirty, wicked" birşey değil. Şöyle izah edeyim, normal bir tiyatro gibi, yani mesela tek başına bir kadın olarak da gitsen sıkıntı çekmezsin, kadınlı erkekli bir izleyici kitlesi var. Asla rahatsız edilme durumu yok. Bizim iki film birden' ler gibi değil. Neyse biz girdiğimizde vajinası ile puro için bir ablamız gösteri yapıyordu. Sonra dediğim halvet olaylarını filan izledik. Çok acaip birşey söyliyim, seyredilen şey insanı zerre tahrik etmiyor. Yani bu "ay insan içindeyiz" filan sakınması da değil. Asla bir seksüel duygu uyandırmıyor. Yani inanması güç olabilir iki adım ötende birileri halvet olurken heyecanlanmamak ama yok işte. Olay tam olarak bir sportif gösteri gibi. Bir de onun da garip bir yönü var. Yani Roma' daki arenalar mantığında birşey aslında. Birilerini seviştir ve izle. Dekadans azizim. :) Ama eğlenceli. Kötü değil yani, no big deal. Dediğim gibi sıfır taşkınlık, sıfır rahatsız etme. Ordan da çıktık, zaten pilimiz de bitti. Az daha oturup direk yattık.</div><br /><div><br />Birinci bölümün sonu.. :)</div><br /><div></div><br /><div>To be continued.</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-66347207349481279982009-09-11T04:30:00.000-07:002009-09-11T04:36:29.494-07:00Amsterdaam<a href="http://3.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Sqo2J6Jnm8I/AAAAAAAAAjg/VaY5Q2pC88s/s1600-h/Amsterdam2.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5380172248703802306" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 270px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="http://3.bp.blogspot.com/_fkymB2gCIQ4/Sqo2J6Jnm8I/AAAAAAAAAjg/VaY5Q2pC88s/s400/Amsterdam2.jpg" border="0" /></a><br /><div>Bayramda yolcuyum. Tüm gelenek göreneklerimizi ayaklar altına alarak, Amsterdam' a gidiyorum.</div><br /><div>Daha önce giden, gören, "aman şunu yapmadan dönme", "şunu yemeden dönersen aklın kalır" , "sakın şuraya gitme" diyen çıkacak olursa memnuniyetle dinlerim. </div><br /><div>Öperim.</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com19tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-56636137617207136952009-09-03T07:36:00.000-07:002009-09-03T07:42:50.392-07:00Oblomov<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjQbmqveI12hCN8hRzJ8qpLDd8Ge54k4ljZ3Y5Ff4CG-F9IKcXAC72XisXc1WkPQOWq8tTNq_-y88_HzdcaXHY8Lfbg3Kb9Ql51QDnt_bL4BtZpEYNj5I8Cv-P0pECJTFVyo2f/s1600-h/hirka-resimleri-2.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5377251458185900066" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 386px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEgjQbmqveI12hCN8hRzJ8qpLDd8Ge54k4ljZ3Y5Ff4CG-F9IKcXAC72XisXc1WkPQOWq8tTNq_-y88_HzdcaXHY8Lfbg3Kb9Ql51QDnt_bL4BtZpEYNj5I8Cv-P0pECJTFVyo2f/s400/hirka-resimleri-2.jpg" border="0" /></a><br /><div>"Yarım kalmış bir adam olduğunu, ruh güçlerinin gelişmekten geri kaldığını, hayatına bir ağırlığın çöktüğünü düşündükçe içi parçalanır. Başkalarının zengin, hareketli hayatını kıskanır, kendi hayatının yolunu ağır bir kaya parçasıyla tıkanmış, daracık, zavallı bir keçiyolu gibi görür. İçinde hiç uyanmadan kalmış, biraz kurcalanmış fakat hiçbiri sonuna kadar işlenmemiş bir çok yetenekler olduğunu acı duyarak sezmektedir. İçi yanarak anlar ki, onda gömülü kalmış iyi ve güzel birşeyler vardır. Belki çoktan ölmüş, ya da bir dağın derinliklerindeki altın gibi saklı kalmış olan bu hazine çoktan meydana çıkmış olmalıdır ama öyle derinlerde kalmış, üzerine öyle pislikler yığılmıştır ki… </div><br /><div><br />Sanki dünyanın ve hayatın ona verdiği nimetleri birisi çalmış ve yine kendi ruhunun derinliklerinde bir yere gömüp bırakmıştır. Sanki bir güç onu hayat meydanına atılmaktan, iradesini ve zekasını alabildiğince açılıp harcanmaktan alıkoymaktadır. Sanki gizli bir düşman, daha yola çıkarken onu ağır eliyle yakalamış, insanlığın doğru yolundan uzaklara fırlatmıştır…" </div><br /><div></div><br /><div>Şu anda tam böyle hissediyorum.</div><div> </div><div>Not: Oblomov' un hırkası resimdeki gibi değildi büyük ihtimalle :)</div><br /><div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com7tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-38187642416087792012009-08-27T07:11:00.000-07:002009-08-27T07:22:29.216-07:00Küçelere su serpmişem<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDljbxwaOqQZR_6NE06alfYMcYQDNOPwnmP-qNskQ505Z-wB7iOIxxQ2a6o98lwCJS7a8pEkfZVu3K6OtY2Uw6rXhWX2T6E6-szFo9driCnOXaXgWZ2ThH0omcF9NF4qVpphX3/s1600-h/Love_by_Dr4kon.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5374648799375236386" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 400px; CURSOR: hand; HEIGHT: 300px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEjDljbxwaOqQZR_6NE06alfYMcYQDNOPwnmP-qNskQ505Z-wB7iOIxxQ2a6o98lwCJS7a8pEkfZVu3K6OtY2Uw6rXhWX2T6E6-szFo9driCnOXaXgWZ2ThH0omcF9NF4qVpphX3/s400/Love_by_Dr4kon.jpg" border="0" /></a><br /><div>İş bu yazı, Passive Apathetic kardeşimin <a href="http://passiveapathetic.blogspot.com/2009/08/gok-gibi-olu-kadar.html">şu</a> yazısının üstüne "küçelere su serpmişem" türküsünü hatırlamam üzerine yazılmıştır. </div><br /><div><br />Biz küçükken yaz tatillerimiz köyde geçerdi. Öyle yaz tatilinde denize gidilsin, tatil köyü ayarlansın muhabbeti filan zinhar yoktu. Hem maddi güç bakımından hem de akla gelmeyen bir alternatif olduğundan.. Çünkü temelde köyle organik bir bağ vardı, şehire okumaya gidilinirdi. Eh okul yoksa da köye gider evinde otururdun, başka ne olacağıdı ki? Keyifliydi köyde olmak. Hem de gerçek anlamında keyif. Şimdi otu boku tanımlamak için şapşalca kullanılan bir kelime olarak keyif değil. Ben sıkılırdım gerçi ama bu köyün kabahati sayılmazdı. Kendimi bildim bileli sıkılırım ben. Köyde daha da sıkılırdım. Boyuna kitap okurdum. Evde deli bir kitap bolluğu vardı. Her çeşidinden. Ama ailem bundan pek memnun değildi. Kitap okumamdan değil de kitap okumak dışında hiçbirşey yapmamamdan muzdariptiler. Benim asosyal, garip bir mahluk olacağımı, hayatı bilmeyeceğimi filan düşünüyorlardı muhtemelen. Haklılardı da, gerçekten öyle oldum. </div><br /><div></div><br /><div>Tedbir olarak buzağıları verdiler bana. Onları otlatıyordum. Seviyordum buzağıları ama yine sıkılıyordum. Az da tembeldim üstünüze afiyet. Bunlar ahırdan çıkınca deli gibi olurlardı. Ömrü hayatımda gördüğüm en gerçek ve büyük coşku, bu hayvancıkların ahırdan çıktıklarında gösterdikleri coşkudur. Ele avuca sığmazlar ve cidden bu coşkuyu nasıl göstereceklerini bilemezler. Önce gözlerine bir deli bakış gelir sonra delice hoplarlar, çifte atarlar, bir oraya bir buraya koşarlar. Tamamen koşup gözden kaybolmamaları için senin de oraya buraya koşman, hayvanları belli bir sınır içinde tutman gerekir. Çünkü tutsaklıkları yıllanan inekler evlerini bilirler ve kuzu kuzu ahıra dönerler ama bu küçümenler henüz bir ahıra dönmeleri gerektiğinin bilincinde değillerdir. Tabii yapılan çok zalimce birşey de değil, kaybolurlarsa gene kendileri zarar görür. Ya açık bir tarlaya dalar, yemekten çatlarlar, (İneklerde doyma güdüsü yoktur, ölene kadar yerler, çok dikkatli olmak gerekir dolu tarlaya girmemeleri için.) ya da yiyecek bulamazlar açlıktan ölürler. Ya da bu benim savunmam, bilemiyorum :) Her neyse dediğim gibi, baya yorarlar insanı, ben de tembel olduğumdan bu dana olayı da gererdi beni.Genel bir sıkıntı içinde dolanırdım. </div><br /><div></div><br /><div>Bu sıkıntı içinde çok mutlu olduğum bir saat vardı ama. Her gün akşam, daha ortalık tam serinlememişken, köyde herkes kapısının önüne çıkardı. Ve kapının önünü sulardık. Allahım nasıl güzel kokardı toprak. Toz yatışırdı, sanki yaz sıcağı tüm gün üstüne binmiş te, o toprak sulandığı anda üstünden inmiş gibi olurdu. Mükemmel bir dinginlik. Herkes hafif sırıtır, kapının önünde muhabbetler başlar. Bazen çay eşlik eder, çoğu zaman da çekirdek yenir. Çocuklar gene yukarda anlatılan buzağılar misali koşturur. Herkesin üstüne bir huzur gelir. Toprak az kurumayagörsün, hemen suyu dayarsın tekrar, toprak kokusu düzenli aralıklarla yükselir. Taa ki hava kararana dek. Hava kararmadan hemen önce de inekler otlaktan gelir zaten. Koşturmaca gene başlar. </div><br /><div></div><br /><div>Bir de güzel bir Azeri türkü vardır. Ezginin Günlüğü' nün açık ara en iyi albümü "Alagözlü Yar" da vardır. "Beş katlı evin altıncı katı" isimli güzel bir Azeri romanında da geçer bu türkü: "Küçelere su serpmişem" </div><br /><div>Küçe sokak demektir ve ben bu türküyü her dinleyişimde, bu kapı önü sulama ritüelimizi hatırlarım, burnumun direği sızlar. </div><br /><div><br />Şöyle gider türkü:<br />küçelere su serpmişem </div><br /><div>yar gelende toz olmasın </div><br /><div>eyle gelsin eyle gitsin </div><br /><div>aramızda söz olmasın </div><br /><div><br />samavara od salmışam </div><br /><div>istekana gend salmışam </div><br /><div>bir haftadır tek galmışam</div><br /><div>ne ezizdir yarim canım </div><br /><div><br />piyaleler ıraftadır </div><br /><div>her biri bir taraftadır </div><br /><div>görmemişem bir haftadır</div><br /><div>ne ezizdir yarim canım</div><br /><div><br />Sevdiğin, sen geldiğinde toz olmasın diye sokaklara su serpiyor. Ben burda susarım, daha da konuşmam.</div><br /><div></div><br /><div></div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com9tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-26226262803902005562009-08-21T06:54:00.000-07:002009-08-21T07:04:25.655-07:00Carrie<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4dAStIltJl1iW44G9pt5qJInr3FZD7XWxm8jTyXGr-7KW8sUXCeSXYabpUF7XIHtLCp8xe1erWeEfywNEbCdVrizQV-LhFbjIpgDRZoFBf-A8buJNjiItdgj-sbk6FdhVtXUh/s1600-h/Carrie43.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5372416827486188546" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 266px; CURSOR: hand; HEIGHT: 148px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEg4dAStIltJl1iW44G9pt5qJInr3FZD7XWxm8jTyXGr-7KW8sUXCeSXYabpUF7XIHtLCp8xe1erWeEfywNEbCdVrizQV-LhFbjIpgDRZoFBf-A8buJNjiItdgj-sbk6FdhVtXUh/s400/Carrie43.jpg" border="0" /></a><br /><div>Bir kaç gün önce moralim çok bozuktu, nedeni belirsiz pis sıkıntılardan. Eve geldim. Kendimi teselli edecek birşeyler aradım. Kitaplara baktım çünkü teselli olmak için sevdikleri ile konuşan bir tip değilim. Bahsetmişimdir, canım sıkkınken çok yabanıl bir hal alırım, kendi kendime kalmak isterim. Ama kitapların arkadaşlığına da hayır demem. </div><div>Ufak kitaplığıma baktım, tüm bir rafı kaplayan Stephen King' lere ilişti gözüm. Tamam dedim, ilacım bu benim. İçim böylesi yıkıcı bir hisle doluyken, baştan aşağı yıkıcı şeylerin anlatıldığı bir kitap, çivinin çiviyi sökmesi gibi benim içimdeki negatifliği alır dedim. Aslında bundan da ziyade insanın bir aynaya, yankıya ihtiyaç duyması gibi birşey bu. Bu da benim kendimi ifade ediş biçimim. Kime? Belki kendime. </div><div>Neyse baktım ve en çarpıcılarından birini seçtim. Hikayenin başladığı kitap. Stephen King hikayesinin. 27 yaşındayken yazdığı ilk romanı: Carrie. Bu roman, en iyi romanı değildir, dili iyi değildir, en korkuncu değildir. Peki neden çarpıcıdır? Çünkü çok çok ilkeldir. Direk en temel güdümüzü hedef alır.<br />Romanın başrolünde Carrie yoktur aslında. Başroldeki şey kandır. Türlü çeşit kan. Yardımcı oyuncu da kadınlıktır. Kan ve kadınlık. Bu romanın özeti budur benim için. </div><div>Bilmeyenler için konusunu kısaca anlatayım: Carrie, telekinetik güçleri olan (nesneleri dokunmadan hareket ettirebilme) , olağanüstü dindar, bağnaz annesi ile yaşayan bir ergen. Carrie okulda bir alay konusu çünkü sarsak ve bakımsız. Annesine göre herşey günah olduğu için, giysileri normal çocuklarınki gibi değil, yine annesi ona toplum içinde davranışlarla ilgili hiçbir şey öğretmediği için çok çekingen. Her fırsatta alay ediliyor, gülünüyor.<br />Okulu beden eğitimi dersi için kullanılan duşunda ilk kez adet görüyor fakat annesi ona adet kanamasını da anlatmadığı için öleceğini sanarak ağlamaya başlıyor. Diğer kızlar bunun üzerine Carrie ile alay etmeyi abartıyorlar. Üstüne pamuklar, tamponlar atıyorlar, delirmiş gibiler. Carrie' yi beden eğitimi öğretmeni kurtarıyor. Sonradan bu durumu tekrar değerlendirip pişman olan kızlardan biri, erkek arkadaşından Carrie yi meşhur yıl sonu balosuna davet etmesini istiyor. Ama Carrie' den nefret eden diğer bir kızın da baloda Carrie için hazırladığı bazı kötü süprizler var. Gerisini anlatmayayım. Ama balodaki bu kötü süpriz Carrie' nin telekinetik güçlerinin korkunç boyutlarını gösteriyor. </div><div>Şimdii kanın ve kadınlığın başrolde olmasını analiz edebiliriz.</div><div>Roman zaten adet kanı ile başlıyor. Normalde hemen pedle , tamponla kontrol altına alınan ve herkesten gizlenen adet kanı, duşta herkesin gözü önünde kontrolsüzce akıyor. Bunu gören kızlar deliriyorlar, toplumsal öğretilerle baskıladıkları ilkel benlikleri kanı görünce ortaya çıkıyor. Ve ilkeller gibi kanın sahibine saldırıyorlar. </div><div>Annesi Carrie' ye hiç bir zaman kadın olmayı öğretmemiş. Adet kanını bile bilmiyor. Annesi göğüslerine "kirliyastıklar" diyor. Bol elbiseler giydiriyor. Kızının cinsiyetini tamamen yadsıyor. Ama buna doğa izin vermiyor. Carrie' nin adet kanı onun kadınlığının mecburi nişanesi. Yani Carrie' nin kadın olduğunu kendisi de annesi de ne kadar yadsırsa yadsısın, Carrie bir kadın. Bu bir lanet gibi algılanıyor annesi tarafından. Tüm olayları dönüm noktası da bu. Carrie' ye kadınlık yaramıyor.</div><div>Arada flashback lerle annesinin kendi gençliğinde kendi kadınlığı ile nasıl mücadele ettiği ve mağlubiyetini görüyoruz. Annesi Carrie' nin doğumuna sevinemiyor çünkü çocuk doğurması da kendisinin kadın olduğunun silinemez kanıtı. Bundan hoşlanmıyor. Çocuk kadın için "düzüştüğünün" göstergesi ve evli olsun olmasın, bu gerçek kadına utanç veriyor. Anne püriten ahlak anlayışının abartılı bir figürü. </div><div>Annenin Carrie' yi evde doğurduğunu görüyoruz. Utancını kimseye göstermek istemiyor. Çığlıkları üzerine evine girenler anneyi kanlar içinde buluyorlar, göbek bağını da kadın kesmiş. Doğum olayı da bol kanla resmediliyor.</div><div>Carrie annesinden farklı, o kadınlığı ile barışmaya kararlı. Bu nedenle kendisini baloya davet eden çocuğun sadece acıma ile bu teklifi yaptığını bilse de kabul ediyor. Çünkü insan içine kadın kimliği ile çıkmaya kararlı. Annesini de korkutan telekinetik gücünden çok bu kadınlık ile barışma olayı. Kızını bu kadın olma halinden korumak için akla gelmeyecek şeyler yapmış biri o. Romandaki ifadeyle "Kara Adam" ı yenen, içinden çıkaran yine o. Kızının<br />çabaları onu dehşete düşürüyor.</div><div>Carrie baloya kendi diktiği güzel bir elbise ve yakışıklı bir kavalye ile gidiyor. Roman klasik, çirkin ve gözlüklü kızın bir kuğuya dönüşerek mutlu sonla hikayesini sonlandıracak gibi akarken birden devreye yine kan giriyor. Hem de bol bol kan. (burada ayrıntı vermeyim spoiler olmasın) Kanın tekrar sahne almasıyla insanlar yeniden ilkelleşiyor. Bu ilkelliğe Carrie' nin tepkisi ile tam anlamıyla küçük bir kıyamet yaratma oluyor. </div><div>Aslında Carrie romanı tam anlamıyla bir porno. Şiddet ve kan pornosu, en hardcore' undan. O yüzden de süper bir roman değil, biraz seviyesiz açıkçası. Ama zevkli. İnsanın moraline iyi gelmesinin de sebebi bıraz bu. En ilkel formuna dön azıcık ve azıcık rahatla. Tabii abartma, toplumsal kimliğine de çok geçmeden geri dön. </div><div>Ben nitekim romanı tekrar bir çırpıda okuduktan sonra kitabı annemin kucağına atarak, "romanda kız annesini öldürüyo hehehe" şeklinde gülerek toplumsal kimliğime geri döndüm. Annem de "bıktım sizden de bu manyak adamdan da" diyerek tepkisini ortaya koydu. </div><div>Uyum içindeydik..</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com14tag:blogger.com,1999:blog-28912737.post-89735613499092224832009-08-12T06:43:00.000-07:002009-08-12T07:01:33.889-07:00Ah efendim<a href="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaXWmrZeU6UXSVUEANs_z3IlB8SlBhmq4dcKyo05hinMfHqeWmuu8kZLMVY_A6f7sct7DBkT3QcT2fTsQ93-JoUh9gzHctU0hRrnkudEHDcUUKJl0lUrm8nzB17fcy3h1ABDT1/s1600-h/295645_f520.jpg"><img id="BLOGGER_PHOTO_ID_5369077061384730690" style="DISPLAY: block; MARGIN: 0px auto 10px; WIDTH: 280px; CURSOR: hand; HEIGHT: 400px; TEXT-ALIGN: center" alt="" src="https://blogger.googleusercontent.com/img/b/R29vZ2xl/AVvXsEhaXWmrZeU6UXSVUEANs_z3IlB8SlBhmq4dcKyo05hinMfHqeWmuu8kZLMVY_A6f7sct7DBkT3QcT2fTsQ93-JoUh9gzHctU0hRrnkudEHDcUUKJl0lUrm8nzB17fcy3h1ABDT1/s400/295645_f520.jpg" border="0" /></a><br /><div></div><br /><div>ah efendim</div><br /><div>önemi yok halimin</div><br /><div>seyredem hayret ile şu alemi</div><br /><div>ne bilinir kıymet ne kıyamet</div><br /><div>allaha emanet ne gelir elden</div><br /><div>ne sahibim bu yerde ne kiracı</div><br /><div>sadece bir ömürlük misafirim ben</div><br /><div></div><br /><div>Ben büyüyünce Erkan Oğur olmak istiyorum. Gene getirdi koydu o yaşı gözüme, ne düşer ne kurur. Nasıl bir nefestir bu. </div><br /><div></div><br /><div>Bir gün arkadaşlarla beraber Büyükada' da bir konsere gittik. Erkan Oğur ve İsmail Hakkı 'nın konseri. Aya Yorgi vardır ya, oraya çıktık. Güneş batıyordu, konsere gelen insan sayısı azdı, sahne filan yoktu. Sanki evimizin bahçesine gelmişler bir grup dosta konser veriyorlar gibi bir hava. Manzara muhteşem, müzik muhteşem. Herşey öyle güzeldi ki. Çoktandır dinliyordum onları ama canlı dinlemeye bayıldım. Bir kere öyle huzurlu herifler ki. Hele Erkan Oğur. Aşmış gitmiş. Usul usul konuşuyor şarkı aralarında, telaşsız acelesiz, sanki tüm dünyanın tüm zamanı onun gibi. Zamana güveniyor adam. Onu bekleyeceğinden emin. Mutlu bir de. Ama öyle debdebeli, şaşaalı bir mutluluk da değil, sakin, yetinen bir mutluluk. Çok sahici. </div><br /><div></div><br /><div>Erkan Oğur' la arkadaş filan olmak değil, o olmak isterdim.</div><br /><div></div><br /><div>Şimdi abuk subuk bir iş yaparken "Bir ömürlük misafir" gene beni aldı götürdü. Yolculuktan biraz sersem ama mutluyum :)</div><br /><div></div><br /><div>Resim ne alaka bu yazıya bu resim olur mu derseniz, saçımı böyle kestircem, herkes bilsin istedim. Bob cut' mış bu, hadi Allah utandırmasın ne diyelim.</div>Talismanhttp://www.blogger.com/profile/11246810533616577604noreply@blogger.com23