Friday, July 15, 2011

Unuttun muu benii?




Şuraya iki satır yazayım dedim, ölmediğime kanıt olsun.
Proof of life.
Uzun süre yazmayınca da insan nasıl yazacağını bilemiyor. Kendimi bir acemi bir tuhaf hissettim.
Şöyle başlayalım, uzun süre kendim değildim, her yarım akıllı kadının başına gelen başıma gelmiş, anlamsızca birine aşık olarak onun yörüngesine girmiştim. Şimdi ufaktan çıkıyorum ama biraz yeni doğmuş dana gibiyim, ayaklarımın üstünde bi zor duruyorum. Bana kalan şöyle esaslı bir hikaye olsaydı şu iki yıldan, o kadar üzülmezdim. Ama size anlatabileceğim ilginç hiçbir yanı yok bu aşk(!) ın. Zaten günümüzde bir kez bile öpüşmemişseniz bir duyguya aşk demek de imkansızdır sanırım.
Yine de anlatmayı deniyim. Bazı yetişkinler yetişememiştir ya, bir sebeple çocuk kalmıştır ve "adult" bir ilişkiden korkarlar, iş bir şekilde ciddiye binince topuklarlar. İşte bu tür insanlar bir de birbirini bulursa felaket olur. Daha doğrusu hiçbir şey olmaz, bu da ciddi bir felakettir. Hele de taraflardan birisi Nihat Doğan dan beter narsist yönelim bozukluğuna sahipse ve bunu kibarlığı, sevimliliği ile süper kamufle ediyorsa, olay diğer taraf için daha acıklı da olabilir. Ben diğer tarafım tahmin edebileceğiniz üzere. Ama bilirsiniz narsiszmle aşağılık kompleksi arasında topu topu yarım adım vardır ve bir narsist, bir aşağılık kompleksliye rastlarsa bu yarım adımı aşmaları yarım dakika bile sürmez. Hoş bizimki yarım dakikadan fazla sürdü ama yine de çabuk tanıdık birbirimizi. Ne yazık ki bu hastalıklı eşleşmeyi insan "ilahi uyum" sanabiliyor. "Oh tanrım ne kadar uyumluyuz, he must be the one" filan diyerek mide bulandırıcı romantizme de kapılabiliyor. Hangimiz Holivut 'un yapış yapış romantizminden azadeyiz sorarım size? İnsan inanmak istediğine nasıl da inanır. Hele de yoksunluk çekiyorsa.
Her neyse, eski hikayelerde esas kız bir alçak yüzünden acı çekerse onu Avrupa' ya gönderirler de unutmasını sağlamaya çalışırlar ya. Meğersem işe yarıyormuş. İş dolayısıyla bir süre yurt dışına gittim hala da gidip geliyorum. İlk o dönemde "ulan acaba kendimi boşa mı hırpalıyorum" diye düşündüm. İlk "dünyada ondan başkaları da olabilir" demem bu gezilerde oldu. Sonra da kademe kademe kendime doğru yol aldım. Kendime doğru diyorum çünkü cidden çok uzaklaşmıştım kendimden. Herşeyi ama herşeyi ona göre ayarlıyordum. Ve o karşılığında bana birşey de vermiyordu. Nasıl anlatsam bunu, umutlarımı asla tamamen kırmıyordu ama sevgisi de sadaka miktarlarında geliyordu. "Aman bugün çok sevgi mi verdi ki, neyse yarın daha az verir telafi ederim." gibi bir anlayış. Gıdım gıdım herşey. Ve ne yaparsan yap asla ama asla yaranama. Ama tamamen ilgisizlik de asla yok, çünkü şapşal sinek ağda kalmalı.




Tüketici birşey, arkadaşlarımdan uzaklaştım, sevdiğim şeylerden, beni ben yapan şeylerden. Dışardan anlaşılmıyordu, ben zaten anlamadım, çok çok tükenene kadar. Tim Burton' ın Alice Harikalar Dİyarında' sında şapkacı "You have lost your muchness" diyordu ya. Tam da bu oldu işte bana da. Fakirleştim, küçüldüm, ruhum "kibritçi kız" gibi kaldı. Çok üşüdüm reyizz :)
Neyse, böyleyken böyle. Şimdi dışardan baktığımda herşey biraz komik biraz da acıklı görünüyor. Sınava çalışmayı son güne bırakmış çocuk gibiyim, yapacak çok şey varken daha, 11 yaşıma takılıp kalmışım ve 11 yaşında başka bir erkekle, birbirimizin saçını çekerek, çemkirerek iki sene geçirmişiz.
Sizi özledim bu arada :) Siz de beni özlediniz miii? Passive mesaj attı, Virgilius "nerdesin len" tadında yorum bıraktı.Hiçbirinize dönemedim. Sorry, sorry. Artık buralarda olucam. :) Görüşürüz.

Tuesday, January 04, 2011

Bir kere değse idi nefesin nefesime


Pek mutsuzum.
Yok akıllanmıyorum. Ben işte böyle zor vazgeçen bir insanım.
Saçlarımı seviyorum. İyice fazlalaştılar, (maşallah) beni gizliyorlar, koruyorlar sanki. Canım isteyince içlerinde kayboluyorum. Yüzümü saklıyorlar. Vahşi çalılık gibiler, arsız sarmaşık gibi ya da. Elimi içlerine sokuyorum, parmaklarıma dolanıyorlar.
Kendimi hep acınası taraf gibi görüyorum ilişkilerimde. Bu aşağılık kompleksinin sonu gelmeyecek mi? Ne dipsiz bucaksız şeymiş. Bunca terapi parasını tatil yapmaya versem dünyayı dolaşırdım. Kendimi çok suçlu da göremiyorum. Sonuçta etrafın feedback i de bu şekilde. Ya da ben olağanüstü algıda seçicilik yaparak, ciğeri beş para etmez insanların laflarına değer veriyor ve olumlu her tür feedback' i bu uçsuz bucaksız boşlukta yok ediyorum. Şımarık da denebilir bana. (yine olumsuz)
Hep kitaplarda, filmlerde dizilerde suç. Lanet olsun tümüne.
Mesela ben dün Gilmore Girls' de Lorelai ile Luke un ilk öpüşmesini görmesem kesin bu kadar leyla olmazdım. Gerçek olmayan tonlarca şeyi kafama soktum düzenli olarak. Taa ilkokuldan beri. Lanet olsun lan.

http://www.youtube.com/watch?feature=player_detailpage&v=PXhJ95_1I48