Friday, January 22, 2010

İçimde garip bir ümit uyandı. Az önce oldu bu. Öyle aniden sebepsizce.
Ümitten çok inanç, sanki herşey iyi olacak gibi. Sanki uzun süre antidepresan içmedikten sonra tekrar içince doğan o yüklerden kurtulma hissi gibi. Ve hayır, uzun süredir içmiyorum hiçbirşey.
Pek birşey yolunda da gidiyor sayılmaz ama birşey değişti içimde işte.
Sanki, "you can't always get what you want" deyip de buna üzülmemek gibi. Vazgeçmişlik ya da öğrenilmiş çaresizlik değil ama. Edilgen değil, aktif bir tevekkül. Peki önüme bakarım o zaman ben de der gibi. Başka bir yol yaratırım o zaman, yolumu değiştiririm, yolumu bulurum illa ki demek gibi. Biraz kendine, biraz hayata güvenmek. Başka çare mi var diye düşünmeden ama, oyunu bozmadan.
Bilmem, bir pencere açıldı işte içimde bir yerde. İyi de oldu, biraz hava gelsin.
Oksijen level' ı daha da yükselirse iki de satır yazarım belli mi olur :)

Wednesday, January 06, 2010


Famous Blue Raincoat' u dinliyorum.

İçimde hafif bir hüzün. Hafif yeni başlangıçlar mutluluğu. Hafif bir ümit. Hafif tiksinti. Bulamaç gibiyim.

"Did you ever go clean?"

Dünyayı sevmiyorum, insanları da sevmiyorum. İnsan denen canlıyı sevmiyorum. Çok kaypak, çok naif, çok kötü, çok iyi, çok çok tiksindirici.

"She sends her regards."

Dünya ne analiz edilebiliyor, ne temizlenebiliyor, ne batabiliyor. İğrenç bir yapışkanlıkla hayata tutunmuş minik insanlar ise yüzde birini kullandıkları beyincikleri ile dünyayı yeniden yaratıyor, yeniden kirletiyorlar.

Ne kadar zavallıyız. Ne kadar güçlüyüz. Ne kadar gıcığız esasen.

"What can I possibly say?"

(ve 33 yaşında bir ergen bloguna birşeyler karalar.)

"Sincerely"

L. Talisman.