Saturday, January 31, 2009

KAFAM KARIŞIK- IFISTANBUL


Ordan, burdan:

- Herşey ama herşey konusunda kafamın karışık olmasından bıktım. Bir tane net fikrim olsun istiyorum. Ya da değişmez yargılarım filan olsun. Ben herşeyi mümkün olarak görüyorum. Yani bu doğru diyemiyorum birşeye, yanlış da olabilir şeklinde düşünüyorum ve asla tam olarak seçemiyorum. Bu iğrenç. Birşeye inanıp peşinden istikrarla gidenlere şaşıyorum. Ben inanmaya inanmıyorum belki de..


- Kadınları ya kanatsız melek, kutsal ana ya da orospu, fahişe hiç değilse potansiyel orospu olarak görenlere gıcık oluyorum. Yani sanırım erkek nüfusunun %80 ine, kadın nüfusunun da %70 ine gıcık oluyorum. O kadar yaygın ki bu, illa bu iki uçtan biri olacağız. Saygı görmek için rahibe gibi davranmamız, ya da bu durumu fake etmemiz bekleniyor. Hem aklı çalışan, değerli şeyler yapan, ahlaklı bir kadın olup hem de sevişemeyiz sanki. Ve para alsak da almasak da eğer sevişiyorsak orospuyuz. Neden anlamıyorsunuz? Sadece insanız yahuu. İnsan, bildiğin insan. Ya kutsal melek ya da cadı değiliz. Bu kutsallık ukdenizle bizi hapsediyorsunuz, biz de inanıyoruz, biz de o ülküye ulaşmaya çalışıyoruz. Hep yarım kalıyoruz. Ya ruh ya beden şeklinde bir seçim istemiyoruz, hem ruh hem beden olmak istiyoruz ve derecesine kendimiz karar vermek istiyoruz, seçimlerimize saygı istiyoruz. Bu kadar.


- If Istanbul başlıyoor :) Güzel fimler var. IfIstanbul, bağımsız filmler festivali bu arada. Aha bu linki: http://2009.ifistanbul.com/

Benim liste şöyle:


Bi the way: İnsanlara biseksüellikle ilgili fikirlerini sordukları bir belgesel çekmişler. Hem belgesel severim hem de bi olayı ilgimi çekiyor. Niceee..



Be like others: Bu filmde de İran daki eşcinseller var. İran da ilginç bir yasa var, eşcinsellik suç ve cezası ölüm ama eşcinsel olup da cinsiyet değiştirirsen, yaşayabiliyorsun. Yani ülkede eşcinseller istemeden de olsa cinsiyet değişikliği ameliyatı olabiliyorlar. Çok acaip. Çok vahşice.



Tokyo: 3 kısa filmden oluşuyor, üçü de tokyo da geçiyor. Yönetmenler harika, Bong Joon-Ho (bunu tanımıyorum), Leos Carax (Köprüüstü Aşıkları) ve Michel Gondry (Eternal subshine of the spotless mind) Ama beni özellikle ilk filmin konusu etkiledi. Japonya da mrü boyunca bir odada çıkmadan yaşayan, annesi filan bakan ve asla asla evden çıkmayan insanlar var. Hikikomori deniyor bu insanlara. İlk filmde böyle birinin öyküsü var, eve gelen pizzacı kıza aşık oluyor böyle bir kahraman. Ay çok heyecanlıı..



Afterschool: Bu filmde hem ergenlik hem bilgisayar , sanal dünya çılgınlığı var. Tam bana göre.



Religious: Bu da belgesel bu sefer insanlarla din üzerine muhabbet ediyorlar. Tanrı, inanma üzerine. Bakalım.



Sita Sings the Blues:

Hem Hint filmlerinin cümbüşü hem animasyon. Severim.



Salamender: Hapisten yeni çıkan bir anne küçük oğlunu alıp Patagonya da küçük bir köye yerleşiyor. Bu da bir büyüme öyküsü, benim zaafım..



Sunday, January 25, 2009

Happenis


Siz nasılsınızdır bilmem sevgili karilerim ama ben genelde mutsuzumdur. Herkes gibi benim de arada, şükür dalgalarım olur, yani "şükür yaleppim, sağlıklıyım, ailem var, arkadaşlarım var, sevgilim var, para da kazanıyom, aç değilim açıkta değilim " filan gibi bir şükür listem var tabii ama mutlu da değilim. Kendime mutlu insan demem yani.
Bu yeni dalga emolar gibi daimi salya sümük depresif biri filan da değilim, gayet gülen şuh (şuh mu?) kahkahalar atan hatta anasını satıyım uyumlu bile olabilen biriyim. Ama yok bişeyler de eksik.
Peki beni ne mutlu ederdi diye düşünüyorum, yani insanı ne mutlu eder?
- Daha ince- fit olmak? Ne gariptir ki bundan çok daha ince ve fit olduğum zamanlarda (yani o zamanlar bana şişman bile denmezdi) bundan çok daha mutsuzdum. Hani başka şartlar yüzünden desek, yok, tam da vücudumu beğenmediğimden mutsuzdum. (IQ'm mü düşmüştü acep o zamanlar?) Bunu geçiyoruz.
- Daha genç olmak? Hani şöyle çıtır filan olmak..Cık.. Çıtırken çıtır olduğum için mutlu olmak gibi bir olayım hiç yoktu. Yani aklıma bile gelmezdi ve yine en buhranlı yıllarım bu 17-25 yaş dönemimdir. Berbattı hatta lan. Bunu da geçtik.
- Sevdiceğin olması? Bir platonik aşktan diğerine acı içinde sekerken mutlu değildim o kesin ama şimdi sevdiceğim var diye her daim mutlu da değilim. Ayrı sorunlarım da cabası. Yok yanında çocuk gibiyim de, yok bişeyden anlamıyorum da, dur bi kavga edeyim bari de, şeklinde takılıyorum. Yani beni çok mutlu da ediyor tabii. Ama her daim de kıvançlı olmuyor insan.
- Zen? Hani insanın geçmişi geleceği değil o anı yaşaması? Bu abicim kesinlikle benim olayım değil. Yapı olarak az biraz mükemmeliyetçi de olduğumdan, (mükemmeliyetçi Oblomov- ironik insan Talisman) bu durumda ben devamlı anı yaşıyor muyum yaşamıyor muyum diye kendimi yerim. Azıcık dalsam "aha da geçmişi düşündüm, olamaz plan yaptım farketmeden, geleceği düşündüm, yapmamalıydım" diye resmen çıldırırım. Zaten eser miktardaki akıl sağlığımı büsbütün kaybederim. Zen ne ayrıca? Banyo seti gibi..
Peki nedir nedir bu mutluluk mereti?
Ben ne olduğunu buldum, mutluluk aynısının tıpkısı kadın orgazmı gibi.. Yani her şart yerine getirilsin, olmayabilir. Şart mart düşünülmeden kafaya göre takılınsın, olabilir, tabii olmayadabilir. Yani şunu yaparsam mutlu olurum dersin, yaparsın olmazsın. Hiç ummadığın zamanlarda olur, mesela bir arkadaşım kuaförde saçını yıkatırken mutlu (!) olduğunu anlatmıştı. Çok umduğun zamanlarda olmaz. Hikmetinden sual olunmaz. Hatta olup olmadığı bile tartışılır, belki de ütopyadır.
Aynı mutluluk işte. Vallahi tıpkısı..
Bu keşfi yaptım, mutlu oldum, hadi bakalım :)
Ha bir de sanırım ikisini de hedef haline getirmek, ulaşmayı zorlaştırıyor. Aha bir keşif daha.. Multiple mutlu oldum ayaküstü.. :)

(Başlıktaki kelime oyunu "Paris'te Son Tango" filminden çalınmıştır. Konuya uydu diye düşündüm, Happiness ı yanlış yazmadım yani.. :))

Friday, January 16, 2009

Yine mi Güzeliz, Yine mi Çiçek


Bu sabah işe gittim, her zamanki gibi.. Yani 8,45 te yataktan devrilir gibi kalkıp, tuvalette de 5 dakika kestirdim, bi hışım giyinip kendimi dışarı attım. Aksi aksi maillerime bakıyordum, bir de ne göreyim meğer yöneticimiz değişmiş. Hay Allah nasıl oldu filan dedim çünkü beni işe alan yönetici değişmiş oldu ki kendisi aynı zamanda arkadaşımdır.

Bir süre sonra da yeni yönetici beni aradı, seninle konuşmamız lazım diye.. Allah dedim kesin internette girdiğim sayfalara baktılar şimdi onu konuşacaklar, çok utanç verici diye düşündüm hemen. Girdiğim site de ekşi sözlük ama abuk subuk bir sürü başlığı okuyorum ve onlar da loglanıyor bildiğiniz gibi..

Kendimi böyle bir konuşmaya hazırlayıp çıktım, hiç düşünmediğim birşeyle karşılaştım. Bölümümü değiştirmemi istiyorlar, bizde eleman çokmuş, o bölümün ihtiyacı varmış. Haydaa dedim ben içimden, dışımdan da "ama ben iyiydim böyle" filan diye geveledim..

Neyse uzatmıyım iş gün içinde kesinleşti ve işime yeni alışmışken şimdi de bölümüm değişti :) Ya belki üzülmem gerek ama pek sevindim ben yaa.. Hem yeni konum olması değişik bir tecrübe olacak, yeni tiplerle çalışacağım. Hem de yeni bölümün yöneticisi iyi, güçlü bir kadın. Güçlü kadın tiplemelerini severim eğer kafa dengi olma potansiyeli de taşıyorlarsa.. Bir de ben değişiklikleri bayağı seviyorum yaa.. Hadi bakalım, yine atıldık bir denize.. Rastgele..

Ya bir de ben hayatımda seyrettiğim en güzel filmlerden birini seyrettim ya. Mükemmel bir film. Ben genelde seyrettiğim her filme bir kulp bulurum ama bunda kulp filan bulamadım. "Hedwig and the angry inch" den bahsediyorum.

Daha sonra ayrıntılı bir yazı yazacağım filmle ilgili ama diyebilirim ki aşık oldum filme.

Şimdilik sadece soundtrack inden bir parça lyric i:


Tear me down:


On August 13, 1961,

A wall was erected

Down the middle of the city of Berlin

The world was divided by a cold war

And the Berlin Wall

Was the most hated symbol of that divide

Reviled, graffitied, spit upon

We thought the wall would stand forever

And now that it's gone

We don't know who we are anymore

Ladies and gentlemen

Hedwig is like that wall

Standing before you in the divide

Between East and West

Slavery and freedom

Man and woman

Top and bottom

And you can try and tear her down

But before you do

You must remember one thing:

There ain't much of a difference

Between a bridge and a wall

Without me right in the middle, babe

You would be nothing at all

Enemies and adversaries

They try and tear me down

You want me, baby,

I dare you

Try and tear me down



Sunday, January 11, 2009

Geldiimm


Ben geldiimm..

Neler oldu neler..

En son Rusya dan yazmışım. Ben olsam hemen, bu kız Rusya' da organ mafyasının eline düştü, böbreği, dalağı, ciğeri her biri bir yana dağıldı.. İyi kızdı, Allah rahmet etsin diye düşünürdüm.. Galiba düşünen de olmuş :) Yok öyle olmadı, sağ salim döndüm..

Rusya ' da tek başıma, televizyonda Rusça bişeyler seyredip dururken, boyuna düşündüm. Kendim hakkında, hayatım hakkında.. Neyse sizi bu klasik 30 yaşına girmiş, üstelik bunu 2 sene sonra idrak etmiş beyaz Türk hezeyanlarına ortak etmiyim. Çünkü çok sıkıcı.. :)

Sözün özü, geri dönünce bir sürü değişiklik yaptım hayatımda.Beraber yaşadığım kuzenimle severek ayrıldık, yani kavgasız, oturup konuşarak. Kendi başıma ev tuttum. İşin yanıbaşında, yürüyerek işe gitmesi 6 dakika sürüyor. Hişş nazar etmeyin haa :) Anadolu yakasından, Avrupa yakasına geçtim.

Ev eşyaları aldım, çok zıkkım işmiş, çok bekar işi olmasın deyip güzel birşeyler almaya kastım, bu kriz zamanı ev düzmek, düzülen tarafın hangisi olduğu ile ilgili ciddi şüpheler oluşturdu.
Yalnız yaşamak garipmiş, ev denen nesne kendi kendine gürültüler çıkarabilen bir nesne imiş, canlı mı yoksa len, ağaç gibi? Iyy.. Yani ağacın da canlı olduğunu ilk insanlar düşünmemiştir. Öööyle durup duruyo sonuçta, bazı ağaçlar büyümüyo da.. Allahım evler canlı. Bu gece gördüğüm kabusları da açıklıyor. Çok yiyip yattığımdan sanmıştım ben..Neyse alışcaz :)
Marla sormuş, yok sevgilimden ayrılmadım, beraberiz, arada saçma kavgalar ediyoruz ama onlar da iş olsun diye.. En son Ha.dise yüzünden kavga ettik diyeyim de, ilişkimin içler acısı halini tarif edeyim :) Çok salağız, çok arabeskiz ama iyiyiz..
Şimdilik böyle, daha yazarım, blogumu özledim, blog arkadaşlarımı da çok özledim..
Geri dönmek güzel bee :)
Arada bir sürü şeye kafama takıldı, gündemden inmiştir ama Issız Adamla ilgili bir iki laf etmek istiyordum, onları yazayım:Bence Alper haklı yahuu, gayet normal bir tepki veriyor. Erkeklerin bağlanamama sorunu filan değil bu, sevgilin 1 ayda annenle kanka olursa, alışverişlere düğünlere giderse, burnuna burnuna girerse rahatsız olursun. Basar insana. Hele de gelcek anneciğimin elleri ile sardığı güzelim sarmaları, daha ben el sürmeden, alıp lüpletmeye çalışcak haa..Üstelik de meyve suyu ile, ööög meyve suyu ile yenir mi güzelim sarma, daha yemeyi bilmiyosun kadınn! Fena olur insan. Bunun ıssızlıkla adamlıkla ilgisi yok. Zaten adamcağızın Mudo Concept ten ev döşemekle taşralılığından kurtulamayacağı kafasına dank etmiş, sen niye üstüne gidiyosun ki bir de..:) Ya üstelik kızın o sevişme monoloğu ne korkunçtu yahuu? Meditasyon workshop' una mı geldik, sevişiyomuyuz, nedir ki? Yok elimi hisset, yok kıçımdan gelen sevgi akımını farkettin mi? Gerçi kızcağız da ne yapsın, adam gerçekten de korkunç sevişiyordu. Sanki az önce boğazlanmış bir kurbanlık koyun gibi debeleniyordu yaa.. Bir de o kadar erken boşalan biri 5 sene unutulamasın haa? Olmaz öyle şey..
Neyse, diyeceğim o ki, Çağan Irmak' ın tirbünlere oynamadığı tek filmi ve en iyi filmi, "Mustafa Hakkında Herşey" dir ve bu filmden daha iyisini yapabileceğine olan inancım da gitgide azalmaktadır. Onun da çok umrunda ya, mihehe..
Koyduğum fotonun da konumuzla hiç ilgisi yok ama bu Anna Hathaway ne güzel kız yaa.. Şu dünya üzerinde beni lezbiyen yapabilecek tek kadın varsa bu da o işte. Dünya üzerinde "onu" lezbiyen yapabilecek tek kadın ben olmadığıma göre mutlu hetero hayatıma devam edebilirim. :)