Friday, December 29, 2006

2007 Bizim Yılımız Olsun



2006 dan 2007 ye girerken hem 2006 da yaşadığım şeyleri hatırlamak hem de 2007 sonunda yapmış olmak istediğim şeyleri (gavurun new years resolution dediği olay) listelemek istedim zaten Kanat Atkaya misali listeler yapmaya özel bir ilgim var.
Hemen başlıyorum,
Önce 2006 nın önemli olayları:
1- İş değiştirdim. Önemli bir değişiklikti, sancılı oldu, karar vermem de eski işimden kopmam da.. Severek ayrıldık denir ya o hesap. Son gün işten eve dönünce bağıra bağıra ağlamamı unutamam mesela. Bir de bu tip olayların hep fon müziği vardır bende. Bununki de Çamur grubundan "Yok" şarkısı.Ama herşeye rağmen iş değiştirmem doğru bir karardı ve benim için en iyisiydi.
2- Aldığım yaklaşık 15 kilo.. Buna yorum yapmıyorum. Ama vardır bunun da bir sebebi, bunu yaşamam gerekmiş, inanırım ben böyle şeylere.
3- Ablamların İstanbul dan taşınması - Yeğen aşeriyorum resmen, bu da pek hoş değilmiş geçelim.
4- Kuzenimin ayağını kırması- Hayatta hep başkalarının başına gelir sandığımız bir aksiliğin yanıbaşımızdakine gelmesi ile sarsılma..- Bunu da geçtik.
5- Hoşlandığım kişinin- onun hoşlandığımdan haberi yoktu- en yakın arkadaşlarımdan biri ile beraber olmaya başlaması. En yakın arkadaşımın haberi olduğu için biraz acıtıcıydı, özellikle benim doğumgünümde biraraya gelip beraber olmaya başladıkları düşünülürse :) Ama yapacak birşey yoktu, sonuçta hoşlandığım kişi benden hoşlanmıyordu, arkadaşımın da aralarında böylesi bir elektrik varken vazgeçmesi düşünülemezdi. Ama acıtıyor arkadaşlar. Bu da geçti ama, o arkadaşımla bağlarım da kopmadı, bu krizi bu şekilde yönetip aşabildiğim için kendimi iyi hissediyorum aslında..(Ay pek açılıp saçıldım. Varsın olsun.)
Ay çok süper geçmemiş 2006, ama olsun içinde küçük mutluluklardan bol bol vardı, yazmaya gelince akla gelmeyen ama beni pek mutlu eden.. Çok kahkaha vardı, çok arkadaşlarla geçirilen güzel vakit vardı, güzel filmler vardı, güzel yeni dostluklar vardı. Gidilen keşfedilen yeni mekanlar, geziler vardı. Yeğenciğimle geçirdiğim bir sürü güzel zaman vardı, onun minicik eli elimdeyken hiçbirşey kötü görünmedi bana bu yıl da.
Hem nasıl unuturum 2006 da blog dünyası ile tanıştım ve şu an yüzünü gömeden sevdiğim arkadaş olarak gördüğüm pek güzel dostlarım var.
Şimdi mutlu oldum hiç yoktan..:) Ama zamanım azaldı 2007 de yapmak istediklerim gelecek postun konusu olsun.
Hepinizi öpüyorum, 2007 de tüm blogger arkadaşlarım çok mutlu olsun, sevenleri ile coşkulu mutlu süpper bir yıl geçirsin. Tabii ben de ;)

Wednesday, December 27, 2006

Nothing Is Impossible


Diyet konularına ara verdik sevgili Hugh le ama yine de Pazartesi günkü endokrinolog randevusunu anlatmak ister deli gönül..
Olay şöyle gelişti, sabahın kör vaktinde henüz kargalar kahvaltılarını yeni bitirmiş çaylarını içerken doktorun kapısındaydım ben. Orta yaşlı babacan bir adamcağız. Bana bir sürü soru sordu genetik yatkınlıklarım filan için. Sonra bi tepeden tırnağa muayene etti. Sonra beni tarttı, hiç hoş değil. :) 106 çıktım. Ama işin komiği boyumu da daha uzun tarttı. 2 santim uzamışım :))) Nası oluyosa..
Neysem sonra dedi ki, "Sende insülin direnci var ve bunu düzeltmemiz gerek, şeker hastalığı, Tip2 Diyabet için potansiyel oluşturuyor. Belki yarın olmazsın ama 5 sene sonra olursun, bilemedin 10 ama olursun"
Insülin direncini de şöyle açıkladı normal bir insan kan şekerini dengede tutabilmek için insülini 7 mg salgılarken benim vücut insüline direndiği için daha fazla insüline ihtiyaç duyuluyor ve ben 20 mg insülin salgılıyormuşum. Umarım doğru aktarmışımdır, ben böyle anladım. Sonra bir örnek verdi, bir hastası 30 mg salgılarken gelmiş, 130 kg filanmış, 80 kg civarlarına gelince bunun salgılaması normal yani 7 mg a düşmüş.
Yani kilo verilince halloluyormuş bu sorun ama bu sorun olduğu için de kilo vermen güç, hangisi hangisini doğuruyor belli değil, yumurta tavuk ilişkisi gibi. Bir yerde bu döngüye son vermemiz gerek.
Bunu da şöyle yapacağız, doktorum 3 şeyle olacak bu iş dedi.
1- Diyet (ne süpriz değil mi :))
2- Egzersiz (Spor salonuna filan gerek yok her gün yürü yeter dedi doktor.)
3- Glucophage
Bu üçüncü güzide bir ilacımız olup, kendisi beni iyi edeceğine hasta etmiş, güçten düşürmüştür. Şöyle ki, bu ilaç vücudun mevcut insülini kullanmasını sağlıyor, o direnci kırıyor, iştahı da bu nedenle azaltıyor, zaten çok iştahlı olmamın sebebi çok insülin salgılamakmış. İlaç vücudun insülini kullanmasını sağladığı için vücut extradan insülin salgılamıyor, iştahın da normalleşiyor.

Ben hemen Pazartesi başladım, ilk başta birşey olmadı ama yatmaya yakın bir mide bulantısı bir halsizlik. Neyse uyudum zar zor, gecenin köründe acaip bir karın ağrısı ile uyandım, ishal da yapmış ilaç.. Ama bu yan etkiler normalmiş,bir süre sonra geçiyormuş. Neyse bakalım.
Bu arada Sashacım (karmançorman) bana kendi tecrübelerinden çok bilgi aktardı, sağolsun, umut verdi bana, ben de onun gibi 3 aydan sonra ilacı kesmeyi hedefliyorum.
Ay çok yazdım, konuyla ilgisi olmayanlardan özür.
Bu arada ben tabii ki 3 gündür diyet yapıyor, yürüyor ve ilacımı içiyorum, artık bitecek bu iş.. Ve cidden iştahım azaldı. (Gerçi biraz da mide bulantısı ile başarıyor ilaç bunu bence ama :))Kararlıyım ve kendimi şimdiden en azından moral olarak hafif hissediyorum. :)
Sözlerimi de sevgili Depeche Mode un çok anlamlı "Nothing is Impossible" şarkısı ile noktalıyorum. (Sezen Cumhur Önal oldum ayak üstü :))Sahiden şu anki halime cuk oturuyor şarkı.
Nothing Is Impossible

just give me a reason, some kind of sign
i’ll need a miracle to help me this time
i heard what you said, and i feel the same
i know in my heart that i’ll have to change

even the stars look brighter tonight
nothing’s impossible
i still believe in love at first sight
nothing’s impossible

Türkçesi: (Bu sefer kendim çevirdim, idare edin :))

Bana bir sebep ver, bir çeşit işaret
Bu sefer bana yardımcı bir mucizeye ihtiyacım var
Ne dediğini duydum, ben de aynını hissediyorum
Kalbimde biliyorum ki, değişmeliyim.

Bu gece yıldızlar bile daha parlak görünüyor.
Hiçbirşey imkansız değil.
Hala ilk görüşte aşka inanıyorum
Hiçbirşey imkansız değil.

Not: Foto bir nebula fotoğrafı, bayılıyorum bunlara..

Tuesday, December 26, 2006

Hunk






Biraz kopalım rejimden insülinden yahuu :) Bu ne güzelliktir arkadaşlar.. I love Hugh Jackman..
Bu arada yine de birşeye değinmeden edemeyeceğim, Gluphopage kullanan ya da bilgisi olan var mı? Midemi bulandırıyo şerefsiz ilaç..

Sunday, December 24, 2006

Hey You!


Bugün Pazar, insanların saat 10,00 a kadar yatakta oyalanmayı sevdikleri, zengin sabah kahvaltıları hazırladıkları (ya da hazır kahvaltılara kondukları özellikle erkek veya çocuklarsa) gazetelerin Pazar eklerini tembel tembel karıştırdıkları bir gün.. O zaman.. O zaman benim işyerinde ne işim vaaarrr?? Buranın bağrınarak söylendiğini hayal edin.. :)
Evet işteyim, pek moralim bozuk değil aslında kendimi acındırdığıma bakmayın..
Hemen son haberler, insülin testlerinde insülin direncimin olduğu ortaya çıktı, bunu uzun uzun anlatmıycam, sadece yağlanmayı sağlayan pis bişey işte.. Şişmanlık bunu tetikliyor, bu da şişmanlığı arttırıyor böyle mutlu kardeşler bunlar: obeziteyle insülin direnci.. Bozacam işte mutluluğunuzu.. Böyle bir psikopatlık geldi üstüme sanki insülin direnci bir insanmış da benim düşmanımmış gibi konuşuyom.. Hişş kime diyorum İnsülin Direnci, gelirsem oraya fena yaparım.. Bakma öyle suratıma, hişş sırıtmaaa.. Aha yandı benim devreler..:))
Neysem önlem olarak Pazartesi sabah saat 08,00 e endokrinolog la randevu alındı, kendimi Türk hekimlerine emanet edeceğim.:) Bir de bu insülin direnci şeker hastalığı demek değilmiş, onu sordum doktora sesim titreyerek, hayır şeker hastası değilsiniz ama bu durum potansiyel oluşturuyor dedi. Öldürcem seni potansiyeeell.. Biraz da PMS in yardımıyla delirdim arkadaşlar :)
Akşama Nip Tuck var, heyooo..:) Güzel şeyler var canım hayatta.. Değil mi? Var deyiiin..:)
Bir de Hey You dinleyip duruyom, ne varsa eskilerde var, hey gidi Pink Floyd..Sözlerini de paylaşmazsam çatlarım, bir de tabii ki herkes İngilizce bilmek zorunda olmadığı için Türkçesini de ekledim.

hey you,
out there in the cold getting lonely, getting old
can you feel me?
hey you, standing in the aisles
with itchy feet and fading smiles
can you feel me?

hey you, dont help them to bury the light
don't give in without a fight.

hey you, out there on your own
sitting naked by the phone
would you touch me?
hey you, with you ear against the wall
waiting for someone to call out
would you touch me?
hey you, would you help me to carry the stone?
open your heart, i'm coming home.

but it was only fantasy.
the wall was too high,as you can see.
no matter how he tried,
he could not break free.
and the worms ate into his brain.,

hey you, standing in the road
always doing what you're told,
can you help me?
hey you, out there beyond the wall,
breaking bottles in the hall,
can you help me?
hey you, don't tell me there's no hope at all
together we stand, divided we fall.

hey sen! dışarda soğukta bekleyenyalnız başına ve çökmüş, beni hissedebiliyormusun?
hey sen! geçitte ayakta durankaşınan ayakların ve solan gülüşünle, beni hissedebiliyor musun?hey sen! ışığı gömmelerine yardımcı olma onlara boyun eğme döğüşmeden.
hey sen! orada duran tek başına çırılçıplak telefonun yanında, bana dokunabilir misin?
hey sen! kulağını duvara dayamış durankendini çağıracak birini bekleyen, bana dokunabilir misin?
hey sen! taşı götürmeme yardım eder misin?aç kalbini yuvama dönüyorum.
ama her şey sadece bir düştü duvar çok yüksekti gördüğün gibi
önemli değil onca çabalaması, kurtulamadı sonunda
ve solucanlar yedi beynini.
hey sen! yoldaki, her söylenene boyun eğen, bana yardım edebilir misin?
hey sen! duvarın yanındaki salonda şişeleri kırarken, bana yardım edebilir misin?
hey sen! hiçbir zaman umut olmadığını söyleme bana.Birlikte ayaktayız, yıkılırız bölününce.

Thursday, December 21, 2006

Hello Loneliness


i. her şeyi süpürebilirsin;
sonbaharı süpüremezsin.

sen her şeyi süpürebilirsin;
sonbaharı süpüremezsin.

yalnızsa
sürekli bir sonbaharı
süpürür hep.
düşünemezsin.

ii.
yanar
sobasında
yalnızın
üşüyen
bakışları.

lambasında
karanlığa donuk
bir ışık titrer
sönük-sönük.

penceresi dışına kapanmıştır,
kapısı içine örtük.

iii.
yalnız bin yıl yasar
kendini bir anada.

iv.
yalnızın nesi var, nesi yoksa
tümü birdenbiredir.

v.
yalnız bir ordudur
kendi çölünde

sonsuz savaşlarında
hep yenen kendi ordusunu.

vi.
yalnızın sakladığı bir şey vardır;
boyuna yerini değiştirir,
boyuna onu arar.
biri bulsa diye.

vii.
yalnız hem bilgesi,
hem delisidir kendi dünyasının.
ayrıca; hem efendisi
hem kölesidir kendisinin

tadını çıkaramaz
görecesiz
dünyasında hiçbirinin

viii.
yalnız sürekli dinleyendir
söylenmemiş bir sözü.

ix.
sözünde durması yalnızın
yalancılığıdır kendisine.

ozdemir asaf

Tuesday, December 19, 2006

Obesian Rhapsody


Zayıf Olmanın Getirebileceği Yararlar listesi yapacaktım ama baktım bir önceki şişmanlığın zararlarının tersi oluyor sadece, yeni birşey söyleyemiyorum, bıraktım ben de.. Onun yerine hafta sonu başıma gelenleri anlatayım.
Cumartesi doktora gittim, alakasız bir branş olduğu halde benden şeker yüklemesi testi istedi doktor. Şişmanlıktan dolayı tabii. Neyse efenim ben aç karna kan aldırdım sora bana kocaa bir bardak şekerli su içirdiler. İki saat geçti, (birşey yiyip içmedim) bir de öyle kanımı aldılar. Benim de damarlar yüzeye yakın değildir, çok zorlandılar, sonunda elimden aldılar, baya bir canım yandı.
Neyse yaptırdım bu testleri sonra sahilde yürüdüm, kendimi iyi hissediyodum, yürüyüş sonunda bir markete girdim, birşeyler alırken, aman tanrım, nasıl bir halsizlik geldi üstüme nasıl, soğuk soğuk terliyorum, ellerim filan titriyor, şeker yüklemesi ve açlıktan oldu tabii. Ama tarifsiz bir his, nerdeyse bayılacağım, zar zor gidip markette sergilenen İkram bisküvilerinden birtane alıp ağzıma attım ama alırken ellerim filan zangır zangır titriyor :) Sonra bu bana ilaç gibi geldi, azcık kendime geldim, taksiye atlayıp vınn eve, ardından evde ne var ne yok mideye transfer :) Yine de kendime gelemedim, erkenden uyudum, Cumartesi günüm böylece öldü, ne sinemaya gidebildim ne başka şeye. Pazar da çalıştım yine :( Haftasonunun tek pırıltısı Pazar gecesi çıkan Nip Tuck ın muhteşem bölümü oldu.
Bu arada test sonuçlarını aldım ama henüz doktorla görüşemedim, büyük ihtimal beni bir diyetisyene sepetliycek, yüksek çıkmış gibi duruyor değerler. Birazcık endişeli, birazcık "artık gereğini yapıcaz." modundayım.
Ama sanmayın ki yediklerime dikkat ediyorum, yine çılgınlar gibi yiyorum :( Resmen vücudumun eritmekte zorlanıp yorgun düştüğünü görüyorum. Neyse geçecek ama bunlar. İnanıyorum.

Başımıza gelen bütün bu şeyler,
Dünyada olmamaktan daha iyi.
Hem bizim için hasret falan da neymiş ki,
Sen orda yıldızlara bakar dalarsın,
Ben burda cigaramı yakar dalarım.
İşte olur biter.

Ezginin Günlüğü' nün muhteşem şarkısı, zor zamanlarımda bana yardımcı olur hep. Burdaki hasret kalınan sevgili değil, zayıflık tabii :))

Sunday, December 17, 2006

BitterSweet



Şişmanlığım yüzünden çektiğim acılar:
- Rahat yürüyememek , yürürken soluk soluğa kalmak
- Çok yemek yiyince hiç birşey yapmak istememek, yerinden kıpırdayamamak
- Çok kötü beslendiğim bazı günler kabızlık sorunu çekmek, canımın aşırı yanması
- Bazen çok yağlı salçalı vb yediğimde yediklerimin ağzıma gelip boğazımı yakması, o iğrenç tat
- Devamlı sağlığımdan endişe duymak, kalp hastalığı riski
- Bel fıtığı riski
- Estetik olarak kendini çirkin bulmak
- Etrafın şişman olduğun için seni görüş biçimleri
- Karşı cinsle ilişki ihtimalini bile düşünememek- sebebi biraz da özgüven eksikliği ama özgüvensizliği tetikleyen de şişmanlık
- Ailemin benimle ilgili kaygıları, onları mutsuz etmem
- Biryerlere tırmanamamak, herkes mesela gezide duvardan atlamak gerektiğinde atlayıp giderken boynu bükük kalmak
- Giyecek alışverişinde sıkıntılar, bedenine ve yaşına göre birşey bulamamak
- Obez lafının can acıtması
- Kolesterol yüksekliği yüzünden karşı karşıya kalınan tehlikeler
- Yaş ilerleyip de kilo vermek istersem derimin pörsüyeceği gerçeğini hep düşünüp bunalmam
- Hep hayatı kaçırıyor gibi hissetmek
- Gidilen dans edilen mekanlarda bedeninin salınımlarından kaygı duymak, gönlünce dans edememek
- İnsanların “neden yiyor ki, iradesiz” diye düşündüklerini bilmek- hepsi olmasa da..
- Aynalara tedirgin bakmak
- Fotoğraf çekilirken tedirginleşmek, hele fotolara bakılırken resmen korkmak
- Ofiste dışarı çıkmak için herkesin önünden geçmek zorunda isen dışarı bir türlü çıkamayıp yerinde patlamak.
- Görünmez olmaya çalışmak
- Birinden hoşlanırsan acı çekmek, hoşlanma hakkının bile olmadığına inanmak
- Hep tercih edilmeyen konumunda olmak
- Gece kalkıp çok yiyince çekilen hazımsızlık, göbeğin şiş halinin verdiği maddi acı-estetik değil.
- Çizme giyememek
- Ayaklarının şişmanlayınca büyümesi, ayakkabılara sığamamak
- Bikini giyememek
- Etek giyememek
Şişmanlığın faydaları:
- Yenen yemeklerin verdiği rahatlık hissi- maksimum yarım saat
- Çok yiyince hiçbirşey düşünmemek, kaygıların bir süre rahat bırakması
- Şişmanlığı bahane edip karşı cinsle ilgilenmeyince ilişkilerin getirebileceği anksiyetelerden kurtulma
- Hayatı ertelemek için süper bir bahane
- Yatarken çekirdek kabını koyabileceğin bir göbeğe sahip olma :)

Yaa listelerim böyle bunları hazırlayınca akşama oluşan o müthiiş iştahım biraz azaldı, ekleyecek birşey de bulamadım. İşte.. Story Of My Life. :)
Bundan ibaret olmadığım bir yaşam özlemiyle.
Bir de zayıf olmanın getireceği yararlar şeklinde bir liste hazırlayacağım.
Arkası yarın :)

Tuesday, December 12, 2006

Haftanın Çorbası: Bebek İsteği- Masumiyet- Kader- Kese Kağıdı- Estetik Cerrahi


Evet, bu konulardan bahsedeceğim, yanyana pek uyumlu olmadılar ama son dönemde kafamı meşgul edenler bunlar.
Öncelikle bebek.. Cumartesi günü bir arkadaşımın 3 aylık bebeğini görmeye gittim, nasıl güzel bir yaratık anlatamam, kapkara güzel gözler, ufacık ağız, tombili yanaklar ve gıdı, ortada minicik pamuk bir çene.. Ve nasıl uslu. Kucak yadırgama filan yok, biz oradayken bir kez bile ağlamadı, kendi dilinde muhabbet bile etti. Çevirebilecek olanlar varsa şöyle birşeyler dedi: Agu gu hevv (gerçekten hev diyo:)) Muhteşem birşeydi, maşallah nazar değmesin. O kadar istedim ki bir bebeğim olmasını, bunun için gerekenlerin başlangıcına bile sahip değilim, bu okuma yazma bilmeyen birinin Dostoyevski okmayı istemesi gibi birşey ama ne yapayım, istemekte suç değil ya. Hem hormonlarımın düzgün çalıştığını gösterir. ;) Yıllarca evlilik kurumu saçma, kadınları eve bağlama tuzağı, annelik değil kariyer önemli vb saçmalıklarını savunduktan sonra insan kendini 30 yaşında ve bir bebeğin karşısında erir bulabiliyor. Kader..
Kader demişken ben Cumartesi günü bir de Zeki Demirkubuz un Masumiyet filmini seyrettim. Ciğerdelen bir film, insanın içine oturan. Oyunculuklar mükemmel. Haluk Bilginer, derya Alabora döktürmüşler. Pazar günü de sinemada Masumiyette anlatılan hikayenin başlangıcını çektikleri Kader filmini seyrettim. Konu bilmeyenler için şöyle özetlenebilir, (Zeki Demirkubuz özetlemiş.) Bekir, Uğur a aşıktır. (Uğur kadın) Uğur Zagor' a, Zagor ise suça.. Bekir Uğur için kurulu düzenini, işini, karısını çocuklarını bırakır, Uğur ise hapiste olan sevgilisi Zagor un peşinden il il dolaşmaktadır. Para için pavyonlarda çalışır. Bekir de Uğur un peşinden gelir. Uğur Bekir i sevmez, gelmesini istemez, karına dön der ama Bekir Uğur dan kaçsa da döner dolaşır yine peşine düşer Uğur un. Bir kez bile dokunmadan sadece sevdiğinin yanında olur, onun Zagor a aşkı da farklı değildir, bir kez dokunmadan hapiste olan sevgilisinin peşinden her yere gider, yaşayabilmek için fahişelik de yapar. İki ölümüne aşık insan.. Böyle aşk olabilir mi? Aşk bunlara kadir mi? Yoksa dokunamamak imkansızlık mı besler aşkı? İnsan aşkı için herşeyinden vazgeçip mıknatıs gibi çekilir mi? Yola düştüğünün farkında olmadan yollara düşer mi? Off off.. Öyle etkileyiciydi ki.. Kader den çıktıktan sonra bile ağladım ki genelde filmlere filmi seyrederken ağlarım :)Herkese tavsye ederim.
Geldik kesekağıdına.. Bu biraz muzur bir konu ama takıldı kafama paylaşacağım. Ben NipTuck dizisini çok severim. İki estetik cerrahı anlatır biri daha akıllı uslu, (bence hesapçı ve uyuz) biri de uslanmaz, çapkın, tüm modellerle birlikte olmuş, yüzeysel görünen, aslında çocukken yaşadığı tacizlerin etkisinde bir adam. Çapkın olanı bir modelle evlenmek üzere, değişmiş ama model bunu bırakıp gidiyor düğünde. Bunalıma giriyor kahramanımız sonra bir gün muayenehaneye çirkin bir kız geliyor, güzelleşmek için herşeyi yapacağını söylüyor, adamımız kıza kötü davranıyor ama kız hiç şikayet etmiyor. Kızın vücudu için bir sürü ameliyat yapılıyor, bittiğinde ise doktor kızı evine çağırıyor ve kızla beraber olacaklar, adam kıza senin için alışveriş yaptım, çamaşır yatak odasında diyor ve o da ne.. Kesekağıdı var yatak odasında, adam kızdan kesekağıdını kafasına geçirmesini istiyor. İnanamadım bakakaldım ve kız da kabul ediyor. Bu derece kendini aşağılıyor. Midem bulandı, cidden bulandı. Televizyonun karşısında kalakaldım. Gerçi doktor sonra ağladı mağladı filan ama benim kalakalmışlığım biraz sürdü. Belki dediğim gibi muzur kaçtı ama ne yapayım paylaşmak istedi deli gönül. Estetik olaylarına takığız ya şişmanlık yüzünden, sanırım o yüzden çok etkilendim. Bir de kızın vücudu o kadar da kötü değildi ki, neden ameliyat oldu onu da anlamadım. Bu medya eleştirisi yapan diziler bu hastalığı daha mı körüklüyor acaba? Ne zaman insanın vücudunun içinde bir kalbi olduğu insanların kafasına dank edecek?
Neyse uzun bir post oldu, sabırlı olanlara teşekkür.
Herkesi öpüyorum.

Not: Rejim nasıl gidiyor derseniz, gidiyor valla, baya uzaklaştı, el sallıyor bana gittiği yerden :))
Not2: Foto Kader filminden..

Wednesday, December 06, 2006

Deniz canavarı değilmişim :)


Bazı işlerim vardır, öyle ertelemişimdir ki yapabileceğime inancımı yitirmişimdir. Basit ev işlerinden söz ediyorum. Geçenlerde bunların topuna birden savaş açtım. Önce odamda sorunlu olan prizi değiştirttim, kapımın kolu sorunluydu onu hallettim, yapmam gereken ufak alışverişler vardı onları yaptım. Ve en önemlisi: Kendime bir boy aynası aldım.
Şimdi diyeceksiniz ki bunda ne var, ya da bu zamana kadar neden almadın. Sırayla cevaplayayım: Bunda çok şey var, çünkü benim ayna fobim var, vitrinlerin önünden geçerken bile kendimi görcem diye korkma var ve hatta metroda yüzünü yere dikme var, camdaki yansımayı görmemek için. Çünkü görünce moralim bozuluyor. Off bu ne şeklinde. Bu yüzden ben kilolu olduğumu biliyorum ama şeklim konusunda az fikrim var. Valla nasıl oluyor demeyin oluyor. Her gün içinde yaşadığı bedeni tanıyamayabiliyor sahibi, kaçabiliyor kendiyle gözgöze gelmekten. Eh bu yüzden işte bu zamana kadar boy aynası almadım.
Sonra baktım ki, böyle yaptıkça kendimi olduğumdan da kötü görüyorum estetik olarak, ben neye benziyorum bir bakayım dedim. Aldım boy aynasını. Bir sürü tereddütten sonra.
Aynanın asıldığı gün bir heyecan korkarak geçtim karşısına. Üstümde de minimum giyecek var bu arada, hiçbirşey gizlemeden görmek istiyorum. Sonra ben bir şaşırdım, gözlerim sulandı, ağladım resmen. Meğer ben bir deniz canavarı filan değilmişim, ööyle nereye kadar uzandığı bilinmez bir kütle değilmişim. Şişmanmışım ben yahu epi topu. Ve o kadar da kötü görünmüyormuşum, hatta bayağı orantılıymışım. Sonra kendime ettiğim eziyetlere üzüldüm, beni aynadan mahrum bırakarak deniz canavarına dönüştüren zihniyete kızdım. Kendime yani.:) Sonra huzurlandım ben. Hala da bu huzur içindeyim. Canavar filan değilim, var mı ötesi :)

Monday, December 04, 2006

Moral ve Diyet Yapışık İkizler mi?


Kafama taktığım birşey var. Belki daha önce de bahsettim bilmiyorum. Neden biz diyetseverler - bu sıfat fena durmadı- diyetimizi bozunca moralsiz diyet yaparken mutlu oluyoruz? Yani çok basit gelebilir bu soru ama gerçekten öyle mi? Yani hayatta diyet ve şişmanlık dışında bizi mutlu edecek başka şeyler yok mu?
Neden hayatta mutluluk başarı= diyet, zayıflık gibi bir formül kurduk biz? Yoksa sadece ben mi kurdum da anlamsız yere genelliyorum?Yani moral diyetten bağımsız olamaz mı? Diyeti bozdum ama hayatımda diğer herşey yolunda gidiyor, mutlu olamaz mıyım? Küçük Emrah' ın "Benim hiç oyuncağım olmadı amca" repliğini çalmak istiyorum;
Küçük Obez: Şişmanlar mutlu olamaz mı amca?
Olamaz mı? Özgüven, mutluluk, huzur diyetten bağımsız olsa diyet yapmak da daha kolaylaşmaz mı?Teoride bunca güzel olan bu fikir pratik hayatta neden duvara toslar?

Neyse başka alanlara da girelim. Şu aralar gitmek istediğim filmler "Takva" "Kader" ve "Son Umut". Devamlı dinlediğim müzük ise Air grubunun tüm şarkıları. Hastasıyız.
Sevgiler.

Not: Blogumda en sevdiğim oyuncunun resmi yokmuş, çok ayıp. Yeni koydum. Afedersin sevgili hüzüngöz Jeremy..

Friday, December 01, 2006

Sana Dair


Tuna Kiremitçi' yi pek de sevmem. İtiraf edeyim. Hele İclal Aydın' la beraber olunca iyice soğumuştum. İnsanları biraz sevdikleri aynalar ya, o yüzden. İclal Aydın ı da, klasik "kuşlar-çiçekler- oh nasıl da bir sevgi böcüğüyüm ben" tavrından dolayı sevmem. Bu uzun hafif magazinsel girişi yapmamın sebebi, birden Tuna Kiremitçi' nin gözümde feci değer kazanması. Çünkü meğer kendisi "Kumdan Kaleler" diye bir grup kurmuş arkadaşları ile 1992 yılında ve yeni dinlediğim ve çok sevdiğim bir şarkıyı bestelemiş, sözlerini yazmış.

Sana Dair
yasam kadar gercek
yasamak gibi sahte
oyle cok sey var ki
yaralayan insani
bir yurek carpintisi
onu her gordugunde
oyle cok sey var ki bak
sana dair..

yanlis asklar yasadik
yanlis koprulerde
yanlis gemiler yakip aldirmadan
iki damlasu caldik
zamanin pençesinden
aldirmadan..aldirmadan..

mucize gerek bize
gidecek bir baska dus
bir dus ki korkmamis zamanin karsinda
ve bir cag gerek bize
ve bir cag bundan ozgur..
oyle cok sey var ki bak sana dair..

bu ne senden ilk kacisim
ne de ilk dususun yuregime
ne bu serden son gecisim
ne de son küsüşüm kaderime...