Monday, December 31, 2007

Better things will surely come our way


Dont drag me down
Just because youre down
And just cause youre blue
Dont make me too
Although youve found
Beauty more than me
Dont talk to me
About being free

Thats freedom without love
And magic without love
Magic without love

Here were safe
Better things will surely come our way
Here were safe
Better things will surely come our way
You say the magics gone
Well Im not a magician
You say the sparks gone
Well get an electrician
And save your line about needing to be free
Ah, thats bullshit babe
You just wont let it be

You want freedom without love
And magic without love
Magic without love
Yeah

Here were safe
Better things will surely come our way
Here were safe
Better things will surely come our way
Massive Attack

Thursday, December 27, 2007

It's called obsession, can you handle it? (Suede)


-Leylalığımın doruğa ulaştığı bir dönemdeyim.
Önce bankamatikten para çekerken kartımı geri alıp parayı makinada bırakıp çekip gittim. (parayı alıp kartı unutacaklar ı düşünüp kartı önceden veriyorlar ama para çeken birinin parayı unutacağını öngörüp ona göre tedbir almamışlar. Yetkilileri kınıyorum.)
Sonra en yakın arkadaşlarımdan birinin karısının adını unuttum. Bir süredir görüşmüyoruz ben arayıp "nasısın yavrum" demek istiyorum ama karısı hasta idi onu sormam lazım, nasıl sorcam, adını hatırlamıyorum. Off üstelik nikah şahitleriyim ben onların.. İnsan nikah şahidi olduğu gelinin adını unutabilir mi? Sadece düğünde görsem neyse, bir sürü muhabbetimiz de var. Offf neydii? Garip olan bir başka şey bu bilgiye diğer arkadaşlarıma sorup hemen ulaşabilirim ama inat ettim kendim hatırlamalıyım..
-Yanımda oturan iş arkadaşım "su kaçırdık" ın anlamını bilmiyor. Ben neden bildiğim ayıp laf hacmi ile çok gururlanıyorum bilmem. Hatta biri benim bilmediğim bir laf söylüyorsa bozuluyorum. Normal bir durum olmayabilir.
- Dişil özelliklerini çekinmeden gösteren, bastırmak için kıçını yırtmayan straight erkeklere, tıplı eril özelliğini çekinmeden sergileyen kızlara davranıldığı gibi davranmak istiyorum. Yani pohpohlayacak, destekleyecek, bağrıma basacağım. Kendi başıma dünyayı değiştiremem belki ama en azından bir kişi için fark yaratabilirim. (Deniz yıldızı hesaabı :))

- Cumartesi arkadaşlarla komik şapka takılması gereken bir partiye gideceğiz, uzun düşünmeler sonucu en masrafsız ve kolay yolu seçerek kafama yılbaşı çiçeği (hani Gülçin'im senin anlattığın kokina) sarmaya karar verdim. Ama bir arkadaşım onun dikenli olduğunu söyleyince birden İsa olmaya karar verdim. Kafamda dikenli taç olacağından.. Zaten yılbaşı partisinde İsa olmaktan daha mantıklı ne olabilir ki.. Herkes benim doğum günümü kutluyor olacak. Kalbim megalomani ile dolup taşmaya başladı bile.. Hımmm..
- Doğum günü demişken bu sene doğum günüm var (evet her sene olmuyor-29 Şubat olayı) ve geriliyorum. Herkes "oo bu sene doğum günün var, ne yapacaksıın?" diye soracak, bu 4 yılda bir olduğundan doğum gününde çok acaip değişik şeyler yapmalısın baskısı beni geriyor. Gerçi gerilmek için önce birinin sormasını bekleyebilirdim ama ben şimdiden başlayayım dedim.
- Yılbaşı gecesi de çok radikal birşey yapacağım ve marjinal bir insan olacağım. Yani saat 21,00 da yatıp uyuyacağım. Öyle planlıyorum. "Bütün yıl uyuyacaksııın hehee" diyen ilk kişiyi de topuğundan vuracağım.

Tuesday, December 25, 2007

Olduğum gibi kim görebilir beni


Olduğum gibi kim görebilir beni
Ne rengim var benim, ne nişanım
Benim de bildiğim sırlar var diyeceksin ama
Hem o sırlarım ben, hem de o sırları saklayanım
Bu gönül ne vakit durulacak bilmem
Ama şu anda hiç kımıldamadan duran da benim
Yürüyüp giden de ben
Ben bir denizim, kendi varlığı içinde taşan
Uçsuz bucaksız, alabildiğine geniş, kıyısız, hür bir deniz

İki dünya da yok oldu gitti bende
Artık ne bu dünyadan sorsunlar beni, ne o dünyadan
Sen bizim aynımızsın dedim ey can!
Amma yaptın dedi, o da ne demek
Şu gördüklerin hep benim
Yoksa dedim sen O musun?
“Hey, kendine gel! Sus!” dedi.
“Benim ne olduğum dile gelmez..”
Öyleyse dedim sana işte dilsiz, dudaksız konuşan biri
Yoklukta ayaksız yürümedeyim, gökteki ay gibi
İşte sana elsiz ayaksız durmadan koşan biri
“Böyle koşup durmak,” dedi bir ses, “senin nene gerek?”
Bak bana, apaçık ortadayım da gene gizliyim
Sen beni gör asıl beni!
Eşi bulunmaz bir gizli maden olmuşum
Eşi bulunmaz bir deniz olmuşum ben
Tebrizli Şems’i gördüm göreli
Mevlana

Monday, December 24, 2007

Sergüzeşt- i Talisman


Küçüklüğümden beri olağanüstü şeylerin olmasını bekleyerek yaşadım ben.. Mesela tuvalette otururken tuvalet kağıdının dile gelip konuşması, ya da telefonumun birgün aslında büyük büyük dedem olduğunu öğrenmem gibi absürd olağanüstülüklerden bahsediyorum. Ya da büyük bir hırsızlık şebekesini tesadüf eseri keşfetmem ve binbir kahramanlıkla hepsini adalete teslim etmem gibi. Artık bu garabet bekleme hali çok film seyretmekten midir, küçükken "Afacan Beşler", "Gizli Yediler" serilerini neşeyle hatmetmekten midir bilemem.
Ne bileyim Sunnydale gibi olsa mesela yaşadığım yer, hani şu Buffy nin memleketi, adambaşı bir vampir bir demon, süper şeyler. Ya da ben bizzat gitsem Sunnydale e şimdi kalkıp, Spike gibi übermensh varken hazır orda, gitmemle Spike' ı Buffy nin elinden alsam, yok ama ikisi seviyeli birlikteliklerini ortak karar alarak bitirsinler, öyle elinden almak filan hoş değil. Yuva yıkanın yuvası olmazmış ve dahi mutsuzluk üstüne saadet inşa edemeyiz Spikee.. (-Höö? - Tamam Spike tamam..)
Neysem sonra biz çılgınca mutlu olsak, ben Spike' ın gözüne girmek için ona her gece taze kan bulsam, ama tövbe ettiği için insan kanı değil, çulluk kanı efenime söyliyim kuğu kanı filan gibi gurme kanlar, erkeğin kalbine giden yol midesinden geçer ilkesiyle kendime bağlasam Spike ı.. Sora Spike birgün akıl etse dese ki, "Ya Talismancım, ben senle çok mutluyum ama ben vampir olduğumdan sonsuza kadar bu yaştayım, sen yaşlanacaksın sora Halloween partilere kolumda annem kadar kadınla katılamam ben, gel seni de vampir yapayım" dese.. Ben gözlerimi kırpıştırıp "Hayatım boyunca bu anı bekledim." desem ve mutluluk gözyaşlarına bulansam..
O da "De hadi o zaman" dese ve kanımı içse nazikçe benim de ritüele göre onun kanını içmem gerektiğinden uzun tırnağıyla (aynı anda gitar da çalıyor marifetlim :)) boynunu kanatsa ve ben kanını emmeye başlasam, Spike ın kanı bir tatlı gelse bana, serde oburluk ta var, farketmeden tüm kanını içip bitirsem garibin, sevdiceğim kollarımda can verse..(ayy korktum kendimden)
Sora ben, ah ne yaptım diyerek feryat figan Buffy'ye gitsem, "Böyleyken böyle, senin eski manitayı içtim bitirdim hüü" diye ağlasam.. Buffy "Allah seni Talisman, kokteyl mi içiyorsun tutsana kendini" dese, ben daha çok ağlasam sora Buffy tamam tamam dese, her zamanki gibi koşup Gugıllasa meseleyi, o yaşlı demode adam da -adı neydi- kafam kadar ansiklopediler karıştırsa, sora bunlar, Spike ın geri gelmesi için senin 3 ay durmadan futbol maçı ve sabah programı seyretmen gerek" deseler.. Ben direk vazgeçer gibi olsam sonra aşkın gücü filan zırvalasalar gaza gelip "iyi hadi seyrederim" desem..
Üç ay sora bitmiş bir şekilde Spike ı beklesem, Spike gelince bi kızsa, "ben ruhlar aleminde süper sevgili bulmuştum, bok mu var beni geri getirdiniz" dese, ben ağlayarak "senin için 3 ay maç seyrettim alçak adam" desem, "ooo iyi o zaman, beraber seyrederiz artık, ofsayt ı öğrendin mi kız hehehe" diye iğrenç iğrenç dalga geçse.. Ben hafif pişman olsam.. Sora gerçekten maç seyreden, bira içen, patates kızartmasını eliyle yiyip parmaklarını yalayan, dünyanın en sıkıcı vampir çifti olsak..Ben arada bir bunalıma girip "kirpiğinin tek bir hareketi bile canımı acıtıyor sevgili" filan desem, Spike göbeğini tuta tuta gülse.. Heheheh burda keseyim sıkıldım..
O değil de üstüne onca fantezi kurduk Spike'ın ama ben sarışınları sevmem ki bee.. Neyse olağanüstü olsun canımı yesin..

Monday, December 17, 2007

Hunhar sinema eleştirmeni Talisman


Fatih Akın' ı severim ben. Kısa ve Acısız'ı çok sevdim, Im Juli'ye bayıldım, Duvara Karşı' ya aşık oldum. (Kısa bir aşktı ama, Funny Games filan gibi değil, daha çok bir haftasonu kaçamağı..)
O yüzden "Yaşamın Kıyısında" filmine büyük bir beklentiyle gittim. Biraz da kendimden emin. Hani sinemaya tasasız girersiniz ya, "Birazdan süper bir film izleyeceğim lan, harika valla" hissi.. Sık sık olan bir his değil, sevdiğiniz bir yönetmenin oyuncunun filmine böyle girersiniz. Hani arkadaşınızla tatile çıkmak gibi, abuk birşey yapıp sizi yarı yolda bırakmayacağını bilirsiniz. Bir rahatlık, bir genişlik..
Sonra ne oldu? Hiiç, umduğumu bulamadım, en yakın arkadaşım beni yarı yolda bıraktı, ben arkasından bakakaldım, yine de seviyordum arkadaşımı ama ikimiz adına da üzülüyordum.. (Bak nası önemsiyor kendini, kimsin lan sen? Kimsem kimim sana ne?)
Neden sevmedim filmi? Çok sebep var, maddeliyim mi? (-Ne olur ne olurrr, seviyorum liste yapmayı.. -iyi be iyi)
1- Herşey öyle kör gözüm parmağına ki.. Bir fikir bir düşünce mi anlatılacak baş kahraman bas bas bağırarak söylüyor.. Ama hani sinema dili? Ya da bir kızın annesi hakkında düşünceleri, ilişkilerinin anahtarını veren bir nokta mı açıklanacak, ver annenin eline kızın günlüğünü okusun herşey anlaşılsın.. Olmaz ki yaa.. Bu noktaya tek savunmam var, (kendim suçluyorum kendim savunuyorum) belki de niyeti aslında baş kahraman kızın fikirleri ne kadar içselleştirmeden, ezbere edindiğini asıl derdinin sadece bir mücadele içinde olmak olduğunu ortaya koymaya çalışyor olabilir (ki bunu da bir kahraman söylüyor aynı yazdığım şekilde :)) Ancak böyle ise birazcık daha az kör gözüm parmağına olabilir.
2- Karakterlerin hiç biri layıkıyla işlenmiyor. Sadece "Yeter" karakteri, ki kendisi kafadan filmin kahramanı zaten.. Çok etkileyici. Onun dışında ne Nurgül Yeşilçay' ın oynadığı karakterin değişimini içinize sindiriyorsunuz, ne de Lotte' nin.. Bunun sebebi de bence senaryonun dağınık durması, çok şey anlatmak isterken karakter üzerine çok yoğunlaşamaması..
3- Çok boşluk var, neden her gelen yabancı İstanbul' a yerleşmeye karar veriyor mesela?
4- Yönetmenin anlatmak istediği şeyi tam özümsemediğini hissettim. Daha önce "The Fountain" için de benzer şeyi söylemiştim.
Sözün özü içinde pek çok hoşluk barındırsa da (Kazım Koyuncu ile açılıp, onunla bitmesi, çok güzel iki yanı ağaçlıklı yol sahneleri, çok güzel bitiş karesi ve bitiş mantığı (biraz Haneke'nin Cache'sini hatırlattı bana.) )yine de beni -belki de sözkonusu kişi Fatih Akın olduğundan- tatmin edemeyen bir film seyrettim. Pişman değilim.

Not: Nejat İşler'in neredeyse kendisini oynadığı birkaç kare de güzeldi.

Sunday, December 16, 2007

Kapı- Duvar


"Bazı insanların çok aptalca davranabileceklerini düşünüyorum. Onları altı kapısı olan bir odaya kapatıyorsun, kalkıp kendilerini duvara çarpıyorlar ve sonra da yakınma cüretini gösteriyorlar."

Susannah, "Kapıların arkasında bekleyebilecek şeylerden korkuyorsan" dedi, "Belki o zaman duvarlara çarpmak sana daha güvenli gözükür."

Eddie başını salladı: "Belki."

Kara Kule III- Çorak Topraklar

Stephen King

Tuesday, December 11, 2007

Angst


Etrafa bakıyorum, kendimi yabani bir hayvan gibi hissediyorum. Herkes resme uyuyor ben uymuyorum gibi. Görüntüde uyuyorum halbuki. Açık ofis, etrafımda bir sürü insan, aynı tip masalarda aynı PC koyuş şekli, aynı kalemler, aynı telefon, telefon PC açısı bile genelde aynı. Kızlarda küçük ıvır zıvır süs eşyası bende de bir balıklı küçük kutu var mesela içinde yazın topladığım beyaz taşlardan var, bakıp yazı hatırlarım diye getirmiştim onları buraya, hiç bakmıyorum, yazı hatırlamıyorum, yazın hatırlanmaya değecek olduğunu da düşünmüyorum. Takvim de aynı bu arada, şirket dağıttı, üstünde şirket logosu var herkeste aynı ay açık, eh bu normal herkes aynı ayda, benimki sık sık geri kalıyor, takvime pek bakmıyorum, bakana şaşıyorum. Bayrama 1 hafta kaldığını az önce öğrendim, yılbaşına da az var, bu ay sonu yılbaşı... Az önce şirkette koca bir plastik çam ağacını süslediler. Böyle faaliyetlere ağzım açık bakıyorum. İşgüzar birkaç tip, ciddiyetle süsleri ağaca astılar, biri sonunda dakikalarca kar spreyi ile kar yağdırdı üstüne.. Yüzünde yine aynı ciddi ifade. "Çam ağacına kar yağdırıyorum ve bunu çok önemsiyorum" bakışı.

İş arkadaşımı sevgilisi arıyor telefondan bunu görebiliyorum, o yokken ben açayım diye tasarlanmış telefonlar, tabii sevgililerin telefonlarını açmıyoruz, özel hayata bir yere kadar saygılıyız. O yer neresi bilmiyorum, değişiyor.

Yanımda yeni gelen bir kız oturuyor, çok ürkek, bana bilgisayarına nasıl printer tanımlatacağını sordu, ben yapayım dedim ama bir türlü olmadı, mahçup oldum. O ürkek, ben mahçup. Şimdi sessiz oturuyoruz.

Burda olmak istemiyorum, başka bir yerde de olmak istemiyorum.

Ellerimi yüzüme götürüyorum, ellerim kahve kokuyor, kahve kokusu güzel. Küçük mutluluklar vırt zırt muhabbeti vardır ya, "kahve kokusu işte hayatım, bununla mutlu olabilirsin, büyük mutluluklar arama, bazen bir gülümseme yeter " kusmak istiyorum bu edebiyata. Küçük mutlulukların her birinin üzerine. Büyük mutluluk da istemiyorum küçük de.. Mutluluk ne onu bilmek isterdim ama.. Doğuştan mutluluğu..Bazıları öyledir, içlerinde barışla gelirler dünyaya ya da mükemmel ebeveynleri olduğundan bilemiyorum. Bu kafa ütüleyen saçma bunalımlardan uzak yaşarlar, hayatı olduğu gibi kabul ederler ve üstlerine düşeni yaparlar. Küçümseyerek söylemiyorum, kinaye etmiyorum, bunlardan olmak isterdim. Kendimle bu kadar kavgalı olmayı istemiyorum aslında, inanması zor olsa da. Çünkü pek mutlu gibi duruyorum bu nefret kuyusunda. Yok memnun değilim bundan. Alternatifini de istemiyorum ama, yani düzelmeyi. Düzelmeyi gerektirmeyecek şekilde doğmuş olmak isterdim o kadar. Yapboza aslında uymayan bir parçayı kanırtarak sokmak istemiyorum.

Ha bunları yazdıktan yarım saat sonra yine sırtararak maskaralık yapmaya başlayacak mıyım? Başlayacağım, bu da beni bitiriyor işte. Az bir denge bee. Bir parça, ne olur..Hani az içiçe geçin, aynı yoğunlukta gelmeyin üstüme.


Yine kar yağdırıyor bunlar, ben bunları döverim var yaa..

Monday, December 10, 2007

Ruhumu nasıl tutsam da seninkine değmese-- Platonik Aşık Manifestosu


1- Etrafınıza bakın, sizi sevme ihtimali en zor olan kişiyi seçin. (Bilinçli seçim yaptığınızı kendinize çaktırmayın, eğlenceyi bozmayın.)
2- Bu kişi hakkında bilgi toplayın. Bulabildiğiniz her kaynaktan, Google' dan TC kimlik numarasını bile bulun. Hatta üniversitede derslerinden kaç aldığına kadar bulun. (deli miyim ben demeyin herhalde delisiniz, siz ne sanmıştınız.)
3- Bu kişiyi gördüğünüz an topuğunuz üstünde dönüp ters yöne gidin, bunu yapamayacak durumda iseniz elinizde gazete varsa ona gömülün, yoksa dalgın, onu görmemiş rolü yapın, hala gelmeye devam ediyorsa hazırlanın birazdan çok feci saçmalayacaksınız.
4- Ona merhaba dedikten sonra aklınıza konuşacak hiçbirşey gelmeyeceğinden (heyecanlanacaksınız kolay değil.) ilk düşündüğünüz absürt cümleyi kurun. Mesela "Vampirleri çok seviyorum ben" diyin ikinci cümle olarak. Suratındaki şaşkın ifadeyi görmek tüm çabalarınıza değecek. (based on a true story)
5- Hala sizinle konuşmaya devam ediyor ve eğleniyor gibi görünüyorsa dikkat edin, tehlikedesiniz. Sizi sevebilir. Hemen bu potansiyel sevginin yönünü değiştirin. Çok arkadaşça davranmaya başlayın birden, mesela normalde hemcinsleri ile konuşabileceği her konuda sizinle de konuşabileceği izlenimini verin. Fazlasıyla "arkadaş" olduğunuzda ve kız/erkek tavlama maceralarını dinlemeye başladığınızda ağlanmayın, bunu siz istediniz.
6- Arkadaş olmaya da yanaşmıyor ama hala sizinle beraber olmaktan zevk alıyorsa radikal önlemler alma zamanıdır sevgili platonik aşk tutkunu.. Bu durumda dengesiz olun. Bir gün önce neşe içinde muhabbet ettiğiniz insanın ertesi gün yüzüne bakmayın, bahane bulun yanından kaçın, adam/kadın cağız tepe sersemi oluncaya kadar abuk subuk davranın, eninde sonunda "manyak bu" deyip yoluna devam edecektir. Harikasınız, yine kurtuldunuz.

Eee daha ne ağlanıyorsunuz, sizi tüm kalp kırıklıklarından, anlamsız ilişkilerden kurtarıyorum, üstelik gayet zevkli, hayal gücünüzden beslenecek, tükenmez bir acı kaynağı buluyorum. Dilediğinizce süsleyebilirsiniz, sanat da sizin yanınızda hem..
Efendim, mazoşizmden sıkıldınız mı? Yapmayın lütfen.. Biraz Rilke?

ruhumu nasıl tutsam da, seninkine değmese?
nasıl aşırsam üstünden öbür şeylere ben onu?
ah, karanlıkta yiten bir nesne
içre barındırmak isterdim onu ben
öyle bir yerde: bilinmedik, sessiz,
derinlerin titrerken titremeyen.
bir var ki her değen bize, sana, bana, bak
birlikte alır bizi bir yay gibi ancak;
iki telden bir ses çıkartır bize değen şey.

biz hangi çalgıya gerilmişiz?
hangi çalgının elindeyiz biz?
tatlı şarkı ey...

R.M.Rilke
Not: Fele Martinez' e aşık değilim, güzel çıplak erkek kontenjanından post' a girdi.

Monday, December 03, 2007

They would not listen, they're not listening still


Güzel şeyler yazayım dedim. İçim içinde yemek yanmış eski bir tava gibi is kaplı olsa da, karilerime belli etmeyeyim dedim.. Ama aklıma güzel birşey gelmedi. Zorladım şunlar çıktı:
1- Don Mc Lean' in "Starry starry night" şarkısını keşfettim. O da Nip Tuck sayesinde oldu. Garabetler geçidi dizim, her hafta bir müziği ile kalbime dokunmaya devam ediyor.
Bu şarkı Vincent Van Gogh için yapılmış. Çok güzel sözleri var, Don Mc Lean in sesi çok güzel:

For they could not love you,
But still your love was true.
And when no hope was left in sight
On that starry, starry night,
You took your life, as lovers often do.
But I could have told you, Vincent,
This world was never meant for one
As beautiful as you.

Türkçesi:*
"Seni sevemezlerdi,
Ama senin sevgin gerçekti.
Ve o yıldızlı, yıldızlı gecede görünürde hiç umut kalmadığında,
Hayatına son verdin , genelde sevenlerin yaptığı gibi,
Ama ben sana önceden açıklayabilirdim Vincent,
Bu dünya senin kadar güzel insanlar için tasarlanmamıştı."

(*: Beceriksizce tarafımdan çevrilmiştir.)

2- "Zeynep'in Sekiz Günü" filmine gittim. İyi film diyemem, kötü de diyemem. Öğrenci kısa filmlerine benziyordu. Sepya- renkli geçişleri, çalan saatle uyanma klişesi gibi kötü klişeler barındırıyor, "Ali'nin Dayısı" karakterinde çok karikatürize ve Amerikan sineması özentisi yaratılan karakter insanın gözünü kulağını tırmalıyordu ama Fadik Sevin Atasoy çok güzel oynamıştı, konu güzeldi. İnsanda "aslında bu film çok daha iyi olabilirdi" hissini uyandırıyordu.
O değil de Baba Zula filmin müziklerini yapmış ve harika bir şarkı barındırıyor içinde film.
"Bir sana bir de bana"
"bulutların üstünden
bıraktım ben kendimi"diye başlıyor.
Şu başlangıç bile yetti benim bu şarkıyı sevmem için.

Hımm, işte bu kadar..


Not: Ya Sweeney Todd kötü çıkarsa, çok korkuyorum.