Tuesday, November 28, 2006

Sunny Tuesday?



Bugün kesinlikle daha iyiyim. Sağolun sevgili blog arkadaşlarım. Bana çok destek oldunuz. Bu blogu açmadan önce hayatımı böyle olumlu etkileyebileceğini düşünmemiştim, ne yalan söyleyeyim.
Dün her anlamda korkunç bir gün oldu yanlız. Gözlüğümü değiştirmiştim, akşam onu almak için evimin değil de başka bir semtin servisine bindim. Serviste iken gözlükçüyü aradım, meğer gözlük camı hazır değilmiş. Boşa bindim farklı servise. Ben de servis şöförüne gideceğim yeri söyleyip yakınlarından geçerken haber vermesini rica ettim. "Tamam Altunizade de indiririm" dedi. Tamam dedim rahatladım. Sonra bu Altunizade ye geldik deyip beni E5 in ortasında indirmeye kalktı. Az yürüyeceksin diyor, tamam yürümesine yürürüm ama vızır vızır arabalar geçiyor, kaldırım yok, ezilicem yapışacağım asfalta, ince olma hayalimi böylece gerçekleştireceğim, öyle bir durum :) "Ben burda inmem" dedim tabii, o zaman köprüde indiririm dedi. Köprünün girişinde indirdi. Ben gecenin köründe köprünün altına indim. Hafifçe tırsmıştım henüz. Az sonra daha çok tırsacağımı bilmeden.
Neyse aşağıdan otobüsler geçiyordu. Üsküdar- Hassippaşa yazan bir otobüs geldi. Ben düşünmeden bindim, hesapta Üsküdar a giderim oradan taksiye binerim diye düşünüyorum. Otobüs gidiyor da gidiyor ama nasıl tenha, kötü yerler, üstelik hayatımda görmemişim. Herhangi bir hareket görüğüm yerde ineceğim ama yok.. Bir karanlık içinde gidiyoruz. Benim tırsma hissim yavaş yavaş artıyor. Derken bir baktım otobüste bir ben kalmışım, koşup şöföre sordum titrek bir sesle :
"üsküdar a gitmiyor muydu bu otobüs?"
"Yok bacım Üsküdar dan geliyoruz."
"E burası neresi"
"Hassippaşa"..
Hassiptiiiirr.. Aynen böyle oldum :))
İndim tabii ne yapayım. Ama indiğim yerde in ve cin top oynuyorlar, ikisi dışında da kimse yok. Korkudan ağlayacak hale geldim. Neyse uzatmıyım, bir süre korkudan titreştikten sonra dualarım kabul oldu ve bir taksi geçti. Ben bir atladım bunun önüne. Öyle rahatladım ki, anlatılmaz. Sonra moralim bozuldu. Neden biz kadınlar belli bir saatten sonra dışarda iken böyle korkup titremek zorundayız? Aylin Aslım ın şarkısındaki gibi:
"Beyoğlunda gezdim gezdim de n'oldu
İstiklal insan seli beyoğlu kimin oğlu
Yürümek çok zor oldu caddeler erkek dolu
Bu saatte kızlar nerde mecburen evlerinde
Kimseye çaktırmadan fazla oyalanmadan
Mümkünse kestirmeden eve dönmek lazım
Kimseye bulaşmadan ortalık karışmadan
Mümkünse görünmeden eve dönmek lazım"

Budur yani durumumuz. Nasıl kurtuluruz? Kadınlar bile cesur kadınları bu kadar kösteklerken kurtuluşumuz da zor bence. Neyse çok daldım derinlere.
Diyet derseniz, gece tam bir felaketti. Ben bu olayın üstüne eve dönerken ne yaptım? Tabii bakkaldan yükte de pahada da ağır bir kısım abur cuburları aldım. Üstüme de bir kriz geldi ki, yolda eve girmeden koca bir çikolatayı yemişim, yetmedi, yine yolda Pringles a giriştim. Evi hiç anlatmıyım, sadece gece 2,30 da kalktığımda bile ağzıma birşeyler tıkıştırdım, Pringles ben uyurken başucumdaydı dersem kafanızda birşeyler canlanır herhalde.Ama bugün iyiyim. Sabah erken kalkıp evi, odamı toparladım. Kahvaltı ve öğle yemeğinde normal yedim. Daha da önemlisi moralim düzgün. Sanırım bu garip fırtınayı atlattım.
Sevgiler..

Not: Bugünün şarkısı daha doğrusu türküsü "Ha bu Ander Sevdaluk" Fırtına dizisinin müziği imiş. Bugün sanırım 130 kez dinledim. Kazım Koyuncu' yu hatırladım bu arada. Öyle severim ki onu. Severdim demiyorum, seviyorum. Ölmüş değil ki o. Canım benim.

Monday, November 27, 2006

Blue Monday


Bugün hiiç keyfim yok. Hiçbirşey yapmak istemiyorum. Suede - Obsessions dinleyip duruyorum. Bu Obsession (Saplantı) kavramı benim hayatımın özeti gibi. Zayıflama isteğim bir saplantı, bu sebepsiz mutsuzluklar, tatminsizlik bir saplantı. Ben bunlardan kurtulup özgür olamıyorum. Koca kızım hala ergenlik sancıları çekiyorum. İnsanın ergenliği 20 yıl sürer mi? Ne zaman büyüyeceğim ben? Ne zaman hayatımın iplerini elime alacağım, saplantılardan kurtulup..
Rejim filan da yapamıyorum, spor da yapamıyorum, tek yaptığım hayatımı mahvetmek.
Çok bunaldım, sizi de bunaltıyorum, kaçayım ben. Hayatta en iyi yaptığım şey bu zaten: Kaçmak. Bir tane de kaçmakla kurtulan insan olsa bu dünyada. Ama yok. Kurtulamayacağımı bile bile kaçıyorum.

Wednesday, November 22, 2006

Oh dostum, öyle sportifim kii..:)


Yine bozdum ben yahu. Bu sefer nasıl olduğunu bile tam anlayamadım. Yahu off yaa. Düşüp kalkmaktan yoruldum. Ama ne yapabilirim ki? Başka çare yok. her seferinde 2,80 yere uzansam da kalkıp koşmak zorundayım. Yerde kalmak çözüm olmuyor.

Yani utanıyorum bunu söylemekten ama bugün gene döneyim ben. Bir de böyle olmayacak spora başlayayım. Çünkü yememin sebebi biraz da psikolojik, spor da psikolojiye iyi gelir değil mi? Gelsin lütfen bir zahmet.

Perşembe Babel e gideceğim, hala gidemedim. Bu durumda bu Cuma başlıyorum ben spora arkadaşlar. Cumartesi- Pazar da gidiyorum hatta.. Evet evet. Üstelik spor salonunda saunaydı, buhar banyosuydu, jakuzi bile var. Bir kez de faydalanmadım. Sırf üşengeçlikten. Yeter artık bu üşengeçlikten çektiğim yahuu. Hayatımın içine ediyor bu huyum resmen.

Evet kesinlikle Cuma- Cumartesi ve Pazar spora gidiyorum ve bundan sonra da haftada 3 gün gidiyorum. Bu günler de Cumartesi- Salı- Perşembe olsun. Gerekirse değiştiririm.

Savulun sportif Talisman geliyor. Endorfin Kraliçesiii.. (Gazlayalım az kendimizi di mi? :))

Thursday, November 16, 2006

Hay Allah!


Diyetimin içine ettim arkadaşlar. Dayandım dayandım yani bozduğum halde yılmadan devam ettim ama bir yerden sonra anlamsız olmaya başladı. En kötüsü de gece kalkıp yeme alışkanlığıma döndüm. Bu çok berbat birşey. Ama kendimi cezalandırmayacağım ekstradan. Kilo verememem ve sabah yaşadığım zorluklar, - gece çok yediğim için midemin rahatsız olması gibi- bana yeterince büyük bir ceza. Bir de kendime "Ne aptalsın, gene bozdun" filan gibi daha önce yaptığım cezalandırma yöntemlerini denemeyeceğim. Sadece sebepleri analiz edip çözüm bulmaya çalışacağım. Siz de bana yardım ederseniz tam süper olacak :))

Bulduğum sebepler:
1- Daha önce bahsettiğim gibi sosyal ortamlar.
Çözüm:
Eğer öğle yemeğinde bir restaurant a gidiliyorsa yenecek şey: "Ton Balıklı Salata" Hem kuru değil, lezzetli, hem de balığı zaten çok az yiyorum. Kolesterol için iyi olur. Hem de kalorisi çok kötü değil. yeşillik de yiyorum.
Eğer eve çağırma, ziyafet, fasıl v.b. birşeyse sizin de önerdiğiniz gibi tabağa konanı bitirme zorunluluğu hissetmeme ve herşeyden ufak porsiyon alma. Tadımlık. Ve çok yavaş yiyoruz, paso su içiyoruz.

2- İşte çok yorulunca eve geldiğimde üstümü filan değiştirmeden uyuklamam ve o uyuklamadan kalkıp yerime yatarken mutfağa uzun ziyaretim
Çözüm: Eve kaçta dönülürse dönülsün hemen üstümüzü değişecek ve yatmaya hazır hale geleceğiz. Uykumuz gelince de hooop odaya, kanapede uyuklamak yok. Olur da gözümüz dönerse diye, eve gelince meyve tabağını da hazır edeceğiz. (Bu yemeğin dışarda yenmiş versiyonu)

3- Eve akşam yemeğe gidince kendini kaybetmek
Çözüm: Yenilecek miktarı önceden belirleyip tüm yenecek şeyleri bir anda sofraya getirmek. Gözün doyması ve baştan belirlenen porsiyonda yeme. Arada sapıtmamak.

4- Egzersiz yapmamak
Buna çözümüm net değil, akşamları mesaiye kaldığım için tam bilemiyorum. Bu düşünme modunda kalsın, ben diğerlerini uygulamaya başlıyım..

Heyooo, umut doldum şimdi. Umarım iyi haberleri veririm. Şu 1 Aralık a kadar hiiiç bozmamayı düşünüyorum. Sonra da bozmıycam da, 1 aralık tartılma günü olduğu için önemli..
Bu arada bu postun filmi: Babel. Henüz gitmedim ama eminim güzel olacak. Cumartesi gidicem, nasıl olduğunu iletirim seyrettikten sonra..

Tuesday, November 07, 2006

Tökezliyoruz- Yılmıyoruz

Diyet olayımı en fazla sabote eden faktörü buldum: Sosyal Ortamlar.
Neden bilmiyorum arkadaşlarımla buluştuğumda bir bakıyorum, neşeyle yemeklere dalmış, kendimi, rejimi herşeyi unutmuş, keyfe garkolmuş bir Garfield şeklinde dolanıyorum. Ancak arkadaşlarımdan ayrıldığımda kendime geliyorum. Son 4 günde 3 kez başıma geldi bu. Süper bir oran değil mi? :)

Önce Cuma günü çok özlediğim bir arkadaşımda buluştuk hep beraber, çok güzel şeyler hazırlamıştı. Kuruyemişler, börek, cips, çikolata, yani öldürücü herşey.. Ben başta "Yok canım yemiycem" modunda gayet kararlı bir Talisman dım. Ama nasıl oldu bilmiyorum, birden o mod, "Ahahaha öyle mutluyum ki, şu bademlerden de yiyim, amanın bu çikolata böyle güzel miydi, nefis ayol.." şeklinde neşeli bir Obur
Talisman moduna dönüştü. Gerçekten çok eğlendim yanlız, Tabu oynadık, çok güldük..

Cumartesi ben hayatıma kaldığım yerden devam ettim. Daha doğrusu rejimime diyim, rejimim tabii ki hayatım değil :) Gayet iyi geçti Cumartesi.
Sonra Pazar ı da gayet güzel geçirmişken, tam akşam yemeğinden sonra bir arkadaşım aradı, yemeğe çağırdı. Özel pesto soslu makarna yapmış. Gitmeyecektim ama arkadaşımı çok özlemiştim, başka arkadaşlar da gelecekti, "Yemem şart mı canım, gideyim" diye gittim. Ve evet yedim. Doğru tahmin :) Üstelik kaşarlı karides vardı, karides bir kolesterol zengini, çok ayıp bu yaptığım ama çook güzeldi :)

Neyse ben Pazartesi yine devam ettim ama heyhaat akşama eski yöneticimin doğum günü vardı ki kendisine hastayımdır, çok severim. Gittim yine arkadaşlar, yine saadet ve yine biftek üzerine yenen yaş pasta.. Süper değil mi?

Bütün kredilerimi ve haklarımı tükettim, şimdi gayet sıkı bir şekilde yoluma devam ediyorum ama bu sosyal olaylara da bir çare bulmak lazım.. Bir takım formüller üzerinde çalışıyorum, seçince açıklarım ;) Bu arada hayret ki hiç moralimi bozmadım ve "rejim gitti gider, hobaa yiyelim" demedim. Kendimi tebrik edip yoluma devam diyorum.
Bu optimistlik de nedir, nereye kadardır, bilemedim ben :) Hadi bakalım :)

Bu arada haftasonu Pedro Almodovar un son filmi Volver- Dönüş ü seyrettim. Harika bir film herkese tavsiye ederim. Foto oradan.

Thursday, November 02, 2006

102! Vay Canına..


Bugün 02 Kasım 2006. Dün tartıldım ve 102 kiloyum..
160 cm ve 102 kilo bir insan irisiyim :)
Moralim bozuk mu? Alakası yok. Hem yola çıkmış olduğum için hem de artık şişmanlık konusunda yeni bir perspektif kazandığım için.
Bu yeni perspektif şöyle birşey: Dışardan gelen "Şişmanlamışsın. Şişman, Kilolu " v.b. gibi laflar normalde beni üzerdi ve söyleyen kişiye kızgınlık hissederdim. Sonra farkettim ki şişmanlığa kötü anlam yükleyen onlar değil benim. Yani aslında benim sözlüğümde "Şişman", kötü, aşağılayıcı ve sinir edici bir kelime, bana onu söyleyenlerin sözlüğünde değil. (Tabi bazı şişmanlığı cidden aşağılamak için kullanan komplexlileri dışarda tutuyorum. ) Yani aslında kendi kendime eziyet ediyorum. Sonuçta şişman mıyım, şişmanım, yalan değil ki, kilomun fazla olduğunu ifade eden birşey. Ona olumsuz anlam yüklemeyi bıraktığımda acaip hafifledim. Gerçekten bu kızgınlık umutsuzluk yükünü taşımak çok zor. Mesela bayramda memlekete gidince herkes şişmanlamışsın dediler ve şaşırdılar ve bu normaldi de onlar gördüğünden beri bir 20 kilo almışım. Eskiden olsa hepsine kırılır, öfke duyar ve moralimi de çok bozup sonuçta rejimimi de bozardım. Ama bu sefer hiç sıkıntı hissetmedim, gerçeği dile getiriyorlardı sonuçta ve bu beni az sevdikleri anlamına filan gelmiyordu. Nasıl rahat bir his bu, nasıl yük kalkıyor insanın üstünden anlatamam. Böyle olunca rejimi de bozmadım.
Sonuçta yavaş veya hızlı bu kiloları vereceğim. Buna inanıyorum, huzurluyum. Diyet yapan diğer arkadaşlarımdan aldığım desteğe de güveniyorum.
Gazamız mübarek ola yiğitler.. :)