Friday, September 12, 2008

Yeraltindan pardon Rusya` dan Notlar


- Ekmegi birak cig borek buldum heheeytt :) Hem de vallahi Turkiye`dekilerden gusel.. Hihihi. Sonra supermarketten bir suru cekirdekli, fistikli ekmek aldim peynir de aldim odamdaki buzdolabina stokladim. Parayi da nasilsa sirket veriyo diye supermarketten cesit cesit cikolatalar, cipsler, garip tatlilar aldim. Ac Talisman zaten oksimoron gibiydi :)


- Kizil Meydan cook guzel. Bir de ben gezerken Moskova` nin kurtulus gunuymus. Etraftaki sokaklari da trafige kapamislar. Doyamadim o yollarda yurumeye. Binalar cok guzel. Bir de burasinin atmosferi Avrupa` da gordugum yerlerden daha cok hosuma gitti. Daha sahici geldi bana. Daha Istanbul tarzi. Yani steril degil yasayan bir sehir. Avrupa` da mukemmellikten gelen bir sogukluk var ve bir de cok turist var, cok turist bence yerli olani bozuyor. Yani oldugu gibi degil de bir cila altindan gorunuyor o zaman sehir. Moskova oldugu gibi valla, yersen seklinde. Boyle sehirleri seviyorum ben.


- Kurtulus gunu diye her taraf asker doluydu. Bir sokakta gene bir suru asker var herkes aralarindan geciyor ben de geciyorum. Beni durdurdular Rusca biseyler soyluyolar. Uf bir korktum izin vermiyorlar gecmeme. Ingilizce biseyler soyluyorum anlamiyorlar. Sonunda nasil acikli bir ifade takindiysam gulerek beni saldilar. Alcaklar yaa ne diye kendi halinde bir turisti korkutuyorsunuz bu kadar. Resmen tirstim. Bunlar cok eglendi ama.


- Kizlar gercekten cookk guzel meger merkeze saklanmislar. Cok guzeller oyle boyle degiller. Fotograflarini cektim valla, estetik olan hersey ilgimi cekiyor naapayim. Slovenya da da erkeklerin resmini cekmistim.


- Erkekleri cirkin. Uc kategoriye ayirabiliriz Rus erkeklerini:

1- Kiza benzeyen erkekler: Bunlar guzel yani duzgun ve kiza benziyorlar ama belki de erkeksi olmadiklarindan bakinca aa ne yakisikli hissi vermiyorlar, itici birsey. Ama kiz olsalardi guzellerdi.

2- Erkege benzeyen erkekler: Bunlar erkeksi Allah icin ama bildigin cirkinler. Uzerinde cok konusmaya gerek yok.

3- Ne kiza ne erkege benzeyenler: Bu ne? Bu kategoriyi mabadimdan uydurmusum. Yok boyle birsey.Cirkinler filan ama iyi insanlar, kizlar cook rahat geziyorlar dekolte filan, bir tanesi terbiyesizlik abazalik yapmiyor. Insanliklari iyi yani, canlarim.


- Servis sektoru diye birsey yok burda, birsey ismarliyorsun iki saat bekliyorsun. Gecen birileri pizzaciya gitmis 2 saat bekledikten sonra nerde pizzalar demisler cevap `o pizza cesidi kalmamis.` ulan bastan soylesenee..


- Bir suru abaza is arkadasina sahibim benim yanimda neseyle erkek muhabbeti yapiyorlar. Ofiste tek kizim, izdirap icindeyim. Hic te ben varim diye tinmiyolar haa. Bir kere de beni goturun gece disari di mi? O da yok. Tabii rahat hareket edemeyecek alcaklar. Birgun kendi basima cilgin Moskova gecelerine akayim diyorum ama tirsiyorum. sonucta isin ucunda saglam cillop gibi iki bobrek var. Benim bobrekler bunlar. Hehe nasil da sehir efsanesi tirsagi biriyim di mii. Ama insan tirsar tek basina sarhos olmayaa.


- Kiril alfabesini cozdum. Oturdum metro istasyonlarini hem kiril hem latin harfleriyle yazan bir haritam vardi ordan bakip tek tek cikardim alfabeyi, etrafi anlamasam da okur hale geldim. Eglenceliydi bulmaca cozmek gibi. Rusca yi da ogrensem mi? Off Dostoyevsky i anadilinde okuyorum filan super.. Ogreneyim bari.


To be continued..

Thursday, September 04, 2008

Acim

Biri bu Ruslara Ingilizce ogretsiiinn..
Ulan ekmegi anlatamadim bunlara ac kaldim yaa.. Uhuu..
Bread diyorum bakiyo, ekmek diyorum bakiyo oyle, garip hareketler yapiyorum hani yemegin yaninda yersiin filan gibi gene bakiyo, oooyylee bakiyo..
Uhuhuhu bu klavye de ne bicimm..
Ya burda ne guzel kiz var ne guzel erkek bir de cok pis bakiyo hepsi bee, dilleri de cok z li, ari gibi vizildiyorlar..
Off off Dostoyevski neden melankolik bi insan anliyom simdi..

Ama sehir cok guzel, gercekten yasayan bir sehir..

Neyse calismaliyim..

Uff acim..

Tuesday, September 02, 2008

Yolcuyum bağlamayın durmam :)


- Gidiyoruuum..

Perşembe günü Rusya ' ya gidiyorum. Moskova' ya. İlk kez iş seyahatine çıkıyorum. Hem heyecanlı hem de mutluyum.. Rusya ya başka türlü gitmezdim herhalde ama gitmeyi isterdim. Hobaa Kremlin Sarayını, Kızıl Meydan ı görcemm :)) Ve tabii çalışcam öhm (!)

Ne güzel yahuu.. Perşembe gidicem, öbür Cumartesi gelicem, 13 ünde yani.. Bu ortamda gitmem de tam bana göre bir iş. Savaşı durdurup geleceğim :) Alem filan biraz endişelendi ama iş oaraya varırsa burda da güvende değiliz deyip yatıştırdım. "Bir ebeveyn yatıştırma uzmanı olarak Talisman.. Bakkalınızdan özenle isteyiniz.. "

O değil de Rusya' da bir dolu güzel kız görünce kıskanır mıyım ki? Gerçi kıskançlığın insanların elindekini kıskanma kısmı ile hiç işim olmaz genelde, sevdiklerimi kıskanma konusunda ise süperim, süper ama. :) O yüsden bu kızları kıskanmam, hem de yaşlı Rus kadınlara bakıp "yaaa ne oldum dememeli ne olacağım demeli" bile derim. Allahaşkına yaşlanınca nere gidiyo o kuğu gibi kızlar? Yoksa bu güzel olanlar 40 ını göremiyor da, yaşlı Rus kadınlar sadece aradaki çirkinler mi? Çirkinler mi ayakta kalıyor? Ya da Rusya' da kalıyor, güzeller dışarı gidiyor? Hımm bunların hepsini araştıracağım.. Hepsi de önemli..

- Stephen King in son kitap bitti. Ya üstad biraz sonlarda yüzeysele kaçmış sanki, daha doğrusu klişelere.. Bence amcam ruhsal çözümleme işine çok dalarsa (ki bence çok başarılı bu konuda) doğaüstü veya korkutucu ögeleri sona şöyle bir serpiştiriyor ama çok tatmin edemiyor. "Kemik Torbası" da öyledir mesela. İşte bu son "Duma Adası" da öyle. Ama olsun, gene de candır.

- "Grey's Anatomy" seyrediyorum. Aslında çok da sevmiyorum ama fena da değil. Başroldeki kız itici az.. Onun bir bölümünde geciktirip durduğumuz işler üzerimizde taşıdığımız bir tümör gibi gitgide ağırlaşır diyor ve bölümde gerçekten bir kadın var, karnındaki tümör bir kuzu büyüklüğüne ulaşmadan doktora gelmiyor. Ay sonunda kadın öldü mü ki? Birazdan onu seyredeceğim. Ben de her işimi sona bırakıyorum, çünkü tembel olduğu kadar da adrenalin bağımlısı biriyim.. Hüfff..

- Ya çok yiyorum son zamanlarda, ciddi çok. Allahım sen mideme, bağırsaklarıma güç ve sabır ver.. Az daha dayansınlar vallahi kurtaracağım onları. Biraz daha hastalanmamalarını sağlayabilir misin? Sağol..

- Yemek dedim de acıktım ben bee, gideyim.. Börek alcam, patatesli ıspanaklı.. :) (Gregor sana yok :))

- Ya bir de az önce bir bloga yorum yaptım da şunu farkettim, gerçekten bir sexism askeri gibi çalışıyor, nerde bir sexism kokusu var, olay yerine gidip, nefretimi kusuyorum sanki.. Bunun benim sexistin allahı olduğumu gösterdiğini biliyorsunuz di mi? Sağlıklı değil, hayır sağlıklı değil..

Herneyse, keyfim yerinde, gidiyorum, gidiyoruuumm..

Tuesday, August 26, 2008

If I could melt my brain


Kafam karmakarışık.

Büyümek vs Büyümemek.. Bağımlılık vs Özgürlük.. Geçici Konfor vs Kalıcı (?)İç huzuru..
Hemen Haz vs Hazzı Ertele..
Meselelerim bunlar. Birşey değil yani.
Bazı şeyleri kabullenmek çok zor. Unutup devam etmek. Unutmadan devam etmeyi de bazen beyin reddediyor. Beyin istemediği şeyi alıyor unufak ediyor bazen sana duyurmadan..Sen uyudum kalktım sanırken, beynin o sırada bir rahatsızlığını, bir düşünceni yok etmiş olabiliyor. Kalktığında onu hissetmiyorsun, herşey yolunda gibi. Ama beyin yok ederken biraz kalıntı kalmasına engel olamıyor, şekil değiştirmiş artık başkalaşmış, senin gerçek acından farklı ve kırıntı halinde ama orada bir yerde duruyor. Tamamen yok olmamış. O yüzden bir tarafın hafif sızlıyor, sızının nedenini de bilemiyorsun. Beyin önemli kısımları öğütmeyi başarmış çünkü. Ama beynin hesap edemediği şey bu kırıntılar birikiyor. Birkince de insanın karşısına "sebepsiz sıkıntı" olarak çıkıyor. Neden sıkıldığını bilemiyorsun çünkü artık bu, yılların artığı, senin korkakça yok ettiğin sorunlarının gölgesi, hayaleti. Ama hayaletler de kalabalıklaşınca hep beraber bir gerçek insan gücüne ulaşabiliyor bazen. Sebepsiz sıkıntın karşına sorun olarak dikilebiliyor. Sebepsiz ağlıyorsun, durduk yerde. Anlam verilemiyor. Oluyor evet.

Ne yapmalı, beyne izin vermemeli ne zaman önemli birşeyi öğütmeye kalksa ona yas tutmanın kötü birşey olmadığı anlatmalı, yas bittikten sonra ancak normale dönebileceğini ama şimdi sıkıntı çekmesi gerektiğini anlatmalı. Hayaletlere karşı uyarmalı.

Hımm böyle içim kararık gibi yazdım ya, değil aslında yukarda anlattığım şeyi yaptım, beynime izin vermedim önemli bir sıkıntıyı unutmasına ve sanırım hallettim. Acı vericiydi, beni parçalara ayırdı ama yaptım. Daha sağalma yolunda adım çok ama neden olmasın, sağalabilirim.

Bu manyak süreçte sevdiceğin sabrını ve sınırlarını da bayağı zorladım. Anlamsız şeylerden deli gibi ağlama krizlerine girip, hayatımda ters giden herşey için onu suçladım. Ama maşallah sağlam durdu. Sadece kapris melekelerimin bir kısmını kazandığı dikkatimi çekti çünkü Angelina Jolie hakkında "kocası da güzel" dediğim için kocaman bir kavga çıkarmayı da o becerdi. Halbuki tam benlik birşeydi :) Sanırım ikimiz de beyinsiz çocuklarız ve bu çok güzel..

Monday, August 11, 2008

Saçmalayasım var..


- Bu iştekiler iyi filan da öküzler biraz insan yeni gelen birini öğlen yemeğe götürmezmi? Götürmediler. Yemekhaneyi sora sora buldum. Öksüz gibi yedim tek başımaa.. Sonra hoşuma gider oldu, zaten yalnız birşeyler yapmayı severim öğlenleri de kafamı dinliyom.. Hayıır gözüme toz kaçmadı, kendiliğinden buğulu.. (Di mi Mathy :))

- Erkeklerle sulh ilan ettim çünkü lanet olsun ki aşığım.. Virgilius bu zayıf anımdan faydalanıp misoginist misoginist yazı yazcakmış. Shame on him anasını satiym..

- Ama aşk ne güzel. Hep "Elbet sen de güzel olacaksın küçüğüm, aşk güzel ediyor herşeyii" şarkısını söyleyip duruyorum. Kendime "küçüğüm" diyorum lan, bu aşk çok acaip birşey. Göz var izan var o bakımdan. Ne demek len "küçüğüm".. Stephen, kralım, gel bana gözkulak ol, ben gene kanlı romanlar okuyup kanlı, küfürlü yazılar yazmak istiyorum.. "Küçüğüm" değilim bennn.. Ühühühühü..

- Küçüğüm nrınımm nrınımm.. Ayyy öyle tatlı bakıyo kii.. (Bak gene oldu, içimden alien gibi fırlıyo, lanet olsun..)

- Bi Funny Games seyretsem kendime gelir miyim? Miike? Three Extremes? Yok sanmam. Miike yi şefkatle seyredebilirim, bunu yaptığım gün vurun beni lan..

- Grange a sığınsam? Yok onun kendine faydası yok, daha vurucu sonlu bişey yazamadı herif. Amaaan salak o salak..

- Batman i beğenmedim ben, herkes niye beğendi o kadar? Normal aksiyon filmi gibi işte. Bi Nolan ın çekmesiyle herşey bitse.. Joker iyi tamam, güzel vurucu karakter ama o sonundaki mesajlar, insanlık dersi filan neydi öyle? Kör gözüm parmağına? Nah patlatmaz insanlar birbirlerini ölüm tehlikesi olduğunda, en büyük içgüdü diyoruz yaşamak, boru mu? Saçmaydı hele o Harvey Dent in yarısının yanması filan. Uff kaba anlatım kabaaa..

- Mamma Mia ne güzel halbuki, sağol Senaaağ sayende gittim, övmüşün ya, harika bir film. Tam "Feel Good" şeysi.. Abba da çok naif gerçekten ve çok eğlenceli..

- "Ben X" e gittim asıl, o kadar güzeldi ki. Kurgu dersen kurgu, estetik dersen mevcut, senaryo süper. Harikaydı yaa..

- "Küçüğüm" ün fotoğrafını da koydum, kendi küçüklüğüm yani. Tamamen Gregor a özendiğimden bir de "ayy ne tatlıymışın" diyesiniz diye. Açıkça söylüyorum işte, hehee..

- Bu arada sevdiceğim çok beğendi diye kendi küçüklüğümü kıskanıp surat astığımı da not edeyim ki, kendisi için üzülün.. Yazık vallahi, çekilir dert değilim :)


Thursday, July 31, 2008

Şansımı Seviym


Hani pek güzel tatil planları yapıyordum ya, Karadeniz e gidecektim, Ölüdeniz e gidecektim, dalabilsem Kızıldeniz e de gidicem diye espri yapıyordum ya.. Hah yalan oldu hepsi..

Önce köyüme gittim, Konya da, yeğenim ve ablam da vardı yani pek güzel bir aile saadeti oldu, pek mutluydum.. Yani bizimkilerin kiloma takıp her önlerinden geçişimde "Hay Maşallah" filan nidaları ile beni deniz canavarı gibi hissettirmeleri dışında iyiydim.. Sanırım kilo vermiyorum diye bana küsüyorlar, deli mi bunlar anlamadım ki.. Ulan kolay sanki de ben bunlara inat zayıflamıyorum..

Neyse ne diyordum derken yeğenim gitti tam benim çılgın tatil planlarım uygulamaya geçecekken çok pis hasta oldum, grip bildiğin ama çok ağır, burnum bir sebil, boğazım çılgınca ağrıyor, halsizim, ateşim çıkmış.. Tipik bir Türk olarak doktora filan gitmeden avuç avuç antibiyotik yutmaya başladım. Abartmıyorum günde 3500 mg antibiyotik alıyorum iki cins, biri alt solunum biri üst solunum, işimi şansa bırakmıyorum.. Derken iyileşir gibi oldum ama antibiyoti bir de aç karnına içtiğim gün midem iflas etti, biraz da midemden kıvrandım, o geçer gibi olunca bu sefer bağırsaklarımı bozmuştum.. En son kulağımı tıkadım.. Hala tıkalı kendisi.. Ama bu sefer kafama taş düştü galiba doktora gittim, önemsizmiş, kulağımda sıvı birikmiş geçecekmiş.. Bu arada bir bakmışsın tatil filan kalmamış ortada.. Yarın işe başlıyorum..

Ühühühühühühü..

Neyse ama en azından anne ocağında şımartılarak geçirdiğim günler yanıma kar.. Bahçeden topladığım kayısı, erik, salatalık, biber, domatesler de bonus olsun.. Domatesin kokusu vardı yani o kadar söyliyim.. Yıldız da gördüm bol bol.. Daha ne olsun..

Off yarın yeni işime başlıyorum Allahımmm her şey güzel olacak di miiii.. Söz ver, söz verr..


Not: Çok güzel kız ama di miii.. Hişş Gregor, monitoru bırak bakiymm.. :)

Friday, July 04, 2008

Yardımm


Arkadaşlar, Karadeniz turuna gitmek istiyorum.. Araba filan olmadığından turla gideceğim.

Turla Karadeniz e giden, tur şirketinden memnun olan ya da olmayan "Aman o turla gitme" diyebilecek olan var mıdır?

Vallahi minnettar kalırım..

Mil tenk yu..

Thursday, June 26, 2008

Hıh!

Herşey iyi gidiyor anasını satayım ama şu aptal vücut yine de serotonin üretmeyi beceremiyor.. Vücut gibi ben seni, zaten sevdiğim bir nesne değilsin..


Violence is my language
Hate is my right hand
I am death incarnated

Don't make the mistake
Hear my lesson in hate

Büyüyemiyorum, büyüyemiyorum, büyüyemiyoruuumm...

Wednesday, June 18, 2008

Plug In Babyy..


1-) 2 önceki postta yeni iş dileğime caanı gönülden katılan Metin Bey, Miso, Ekmekçikız, Gayyor ve Elektra.. Çok teşekkür ederim arkadaşlar.. Yeni işim oldu :)

Artık bu yarı kapalı cezaevinden kurtuldum. Tam ben giderken gitmemin ne kadar iyi olduğunu anlatan olaylar oldu. Bir kere kıyafet yönetmeliği geldi. Hepimiz kazık kadar adamlarız bu ne ki? En son lisede kıyafet yönetmeliği lafını duymuştum. Hadi o zaman insanlar arası sınıf ayrımı olmasın mantığı vardı, bunun ne mantığı var? Herkesin geliri yakın zaten birbirine. Oldu olacak üniforma verin.. Neyse ki yeni işimde kıyafet serbest. Basit gibi duruyor ama önemli bence.


2) Funny Games in yeniden çevrimini bir türlü seyredemiyorum sanki seyredersem ilkinin içimdeki yeri etkilenir diye korkuyorum. Zaten Haneke neden yaptı ki bunu? Of çözemedim, bir arkadaşım aptal Amerikalılara ancak bu şekilde ulaşır diye dedi. Bilmiyorum ki. Bir de en can alıcı sahnelerden olan dönüp göz kırpma sahnesi yokmuş. (İlk göz kırpma) Eee Hanekecim, yabancılaştırma efektlerini çıkarıyosan uzaktan kumanda olayını niye çıkarmadın? Aslında Tim Roth u da pek severim. Seyredeyim bee, aynı açı, aynı sahne, kıyafet bile aynı. Nasıl hayal kırıklığına uğrayabilirim ki?


3) Sanal ortamda Hürriyet ve benzerlerindeki kadın-erkek ilişkileri, taciz şeklindeki haberleri okumamaya özellikle yorumlara gözucuyla bile bakmamaya karar verdim. En son Bakırköy sahilde kız arkadaşı ve kızkardeşi ile giderken yanlarına gelip laf atan kişilerce öldürülen 23 yaşında bir adamın haberini okudum ve bu habere yapılan, "İlk önce sorgulamamız gereken şey 23 yaşında adamın 30 yaşında kız arkadaşı olur mu?" şeklinde bir yorum gördüm. Nedir canım, okumuycam. Sonra psikopatlaşıyorum mütemadiyen..


4) Sonra daha ayrıntılı yazıcam ama akupunktura başladım benn :) Şu anda kulaklarımda 4'erden 8 iğnecik var, bence işe yarıyorlar.. Sanırım kilo problemime bir çözüm buldum. Benim gibi bir insan salata yiyip doyuyor diyeyim anlayın siz durumu.. Loy loy loyy.. Gece kalkıp yemeyi engellemek için doktor kaşlarımın arasına bir ışın veriyor. Çok acaip oyun gibi..


5) "Olasılıksız" ı okudum. Ukala tip şeklinde best seller diye şüpheyle yaklaşıyordum ama güzel kitapmış. Özellikle sonlara doğru çok güzelleşti. Yine de çok iyi diyemem, Grange ın daha derini sanki. Bir de Grange kahramanı çok sevdirmez sana, burda resmen için kıyılıyor kahramanların başına birşey geldiğinde.. Olasılıksız sonlara doğru tasavvufa da şöyle bir göz kırpmış, fena olmamış.


Şimdilik bu kadar. Hayat hiç fena değil, vapurlar filan :)

Tuesday, June 03, 2008

Gerçek?


Hayatımı karıştırmaktan hoşlanıyorum. Odamı karıştırmayı bile seviyorum çünkü düzenleyince insanın içine süper bir duygu doluyor. Oysa hep odanın düzenli durması için çaba gösterirsen, ufak ufak ama sürekli bir çaba, odan hep düzenli oluyor ama bunu farkedemiyorsun, hiç karışık olmazsa hiç düzenli de olmuyor sanki. Klasik çirkin yoksa güzel de olmaz gibi. Aslında bu da çok tekrarlandığından midemi bulandıran bir felsefe ama doğru işte..

Ne diyordum hayatım karışık yavv.. Para mevhumum yok, beden terbiyesi sıfır, hani beynini doğru yerlere kanalize etme filan sıfır, chick edebiyatı bile okuyorum yahuu.. Gerçi okumayı hiçbir zaman "kendimi geliştirmek" için filan yapmadım. Yapanları da küçümsedim sanki, kitap zevk verdiği için okunur. Nedir yani.. Ya da en sinir olduğum insan tipi "Peki bu okuduğun kitap/ seyrettiğin film sana ne kattı?" diyenler. Elinin körünü kattı, sayelerinde bir saat de olsa bu boktan hayata daha rahat katlanabildim bu yeterli mi senin için, pragmatik insan? Aha celallendim, nooluyosa.. Cümleyi de tekrar okudum da isyan eden sivilceli ergen cümlesi gibi, boktan hayat filan heheheh..

Cumartesinden Pazar' a kadar 26 saat film seyrettim hafta sonu. Arkadaşlarla ev sinema festivali olayına girdik. Projektörle duvara yansıttık, perdeleri çektik sinema gibi oldu, sonra aralar vererek boyuna film seyrettik arada balkona çıktık, yemek yedik, gene seyrettik, Ben ortasında uyuyakaldığım gece filmleri dışında tam 9 film seyrettim. Çok güzeller de vardı vasatlar da.. Anneme bu etkinliği anlatmak zor oldu:

- Annecim şimdi biz başlıycaz Cumartesi 10,00 da film seyretmeye Pazar 13.00 e kadar seyretcez.


- Neden???


Aslında haklı tabii kadıncağız, neden ki? Ama güzel birşey, içmeden sarhoş olmak, hem de filmlerle, uyuyakaldığın zaman beyninde yüzbinlerce görüntü dönmesi, filmlerin karışımı rüyalar görmek, ertesi gün ilk kez gün ışığına çıkınca yarasa gibi gözleri kırpıştırmak, gülmek.. Hepsi de hoş :)
Karamel harika bir film, yönetmen/başrol oyuncusu kadın nerdeyse Monica Belluci den güzel, film renkleriyle senaryosuyla harika birşey..

Yetimhane (orfanato) güzel bir korku filmi.

Man from earth diye harika bir film varmış, haberim yokmuş. Sadece finali biraz anlamsız.

My Own Private Idaho hasta etti beni, narcoleptik çocuğun her uyuyuşunda ben de uyumak istedim. Salak bir filmdi bence, umduğum gibi çıkmadı. Fil ne güzeldi oysa.

Ama en güzeli Lars and The Real Girl.. Uff mükemmel birşey. Seyredin onu yaa..Aşk zaten bir illüzyon ya Lars bir adım ileri gitmiş el arttırmış, internetten sipariş edip getirdiği şişme bebeğe aşık, şişme bebek de ona, tabii Lars a göre.. Bir kasabada yaşıyor Lars ve kasaba halkı onu çok sevdiği ve asosyalliğine üzüldükleri için durumu Lars ın algıladığı gibi kabulleniyorlar ve ona bu durumu garip bulduklarını çaktırmıyorlar. Normal bir çift gibi davranıyorlar. Bu sevgi çok çarpıcı, film Dogville' in antitezi gibi, yani hiç gerçekçi değil ama güzel.

Bir de düşündüm de, aslında maşuk dediğimiz kişi eğer bizim beynimiz ona şekil vermezse, kendi gerçekliğinde bir şişme bebek kadar yabancı değil mi bize? Aşık olmak karşındaki kişiyi yeniden yaratmak demek. Maşuk kişi de kendini senin aynandan görünce gördükleri hoşuna gidiyor, buna mutluluk diyoruz. Hepsi bu..

Friday, May 30, 2008

Umut


Well, I woke up Sunday morning

With no way to hold my head that didn't hurt.

And the beer I had for breakfast wasn't bad,

So I had one more for dessert.


And Lord, it took me back to something that I'd lost

Somewhere, somehow along the way.

On a Sunday morning sidewalk,

I'm wishing, Lord, that I was stoned.

'Cause there's something in a Sunday

That makes a body feel alone.

And there's nothing short a' dying

That's half as lonesome as the sound

Of the sleeping city sidewalk

And Sunday morning coming down.


Allahım ne olur, ne olur olsun şu yeni iş.. Ne olur..

Wednesday, May 21, 2008

En iyi psikolog ölü psikologtur !


Benim arıza bir tip olduğum aşikar.. Her arıza tip gibi beni seven arkadaşlarım da bana "Güzelim, profesyonel yardım almayı denedin mii?" sorusunu bol bol yönelttiler. Bence derdimi ya da dert yokken niye dertli olduğumu dinlemekten bir süre sonra o kadar bunalıyorlardı ki, kısa yoldan kurtulmak için beni bir profesyonelin kollarına atmaya çalışıyorlardı. Hani o en azından karşılığında para alacağı için katlanabilirdi bu hezeyanlara..

Hehe tabii abartıyorum, arkadaşlarım daha doğrusu dostlarım iyidirler bana katlanma konusunda ama bu profesyonel destek gazını da çok verdiler. Ve lanet olsun ki ben gaza gelen bir insanım. Evet çok pis gaza gelirim. O yüzden de bir süre direndikten sonra atladım bu fikre.

Neyse efenim, referansla filan bir psikolog bulundu bana. İlk gittiğim gün sanki kurtlar tarafından ormanda büyütülmüş birinin insan içine karışması gibi girmiştim terapi odasından içeri. O zamanlar zaten daha yabani bi tiptim. Kadın bana uzaylı gibi görünmüştü. Devamlı sırıtan, beni ağlatacak şeyler hatırlatıp, "şu anda tam olarak neye ağlıyorsun Talisman?" diye gıcık gıcık konuşan bir tip. Sence neye ağlıyorum canımın içi? Az önce babamın ölüm anını ayrıntılarıyla anlattırdığın için olabilir mi? Neyse hakkını yemiyim yararı da dokunmuştur bana en azından yabaniliği atıp kabak çiçeği gibi açılmam da..

Ama bu bir ara taktı. Halbuki onun değil benim takmam gerek çünkü teşhisine göre obsesif bir kişiliğe sahibim ki zaten benimle konuşan ortalama zekada biri bana yaklaşık bir saat içinde bu teşhisi koyabilir. Neyse taktığı konu benim binge eating disorder la ilgili. (Türkçe meali zor da ondan ingilizce yazdım ama ziyafet şeklinde yemeyi bırakamama sendromu filan diye çevrilebilir.) Bu internetten mi araştırdı ne yaptı, binge eating in küçükken uğranan cinsel tacizle ilgili olduğu fikrine kapıldı ve aklınca çaktırmadan beni sorgulamaya başladı.

Ama nasıl emin tacize uğradığımdan, amacı belli sorular, yönlendirmeler. Aksi gibi de (yani tabii iyi ki) hiiç öyle bir vukuat yok çocukluğumda, beynimi zorluyorum zorluyorum yok yani yok. 12-13 yaşlarında her yeni yetme Türk kızı gibi envai çeşit sarkıntılık, laf atma vakam var, bunları ballandıra ballandıra anlatıyorum ama bizim psikolog tatmin olmuyor bunlarla.. Hatta esmer elli erkeklerin beni korkuttuğunu çünkü bir kez kafam öne eğik yürürken sarkıntılık eden adamın sadece ellerini gördüğümü ve utancımdan kafamı kaldırıp suratına bakamadığımı bile anlattım ki bir psikologun bu veriyi havada kapması, sonra kanaryayı havada kapan kedi gibi yalanması gerekir.. Yok buna daha travmatik hikaye lazım..

Baktı bende tık yok beni bir çeşit hipnotize ederek unutmuş olduğum (!) cinsel tacizi hatırlamamı sağlamaya karar verdi. Garibim çok film seyretmiş hani filmlerde olur birden psikolojik bozukluğun sebebi ortaya çıkar, herkes gözyaşları içinde sarılır, kurban gider birine "bana bunu nası yapabildin nalçak" filan der, izleyicinin götü tavana vurur filan.. Bunları istiyor anladım. Ama insan zorla da cinsel taciz anısı üretemiyor ki. Cidden uğraştım hatta beraber büyüdüğüm halamın oğullarına paranoyakça bakmaya başladım. "Hanginiz zikti lan benii" şeklinde.. Ki kendileri küçükken çok eziyetimi çekmiş kahraman insanlardır ve hayattaki ilk nah' ımı da bunların en mazlumuna gösterdiğim için bence onlar beni değil ben onları taciz etmişimdir.

Neyse kadın beni rahat bir yere oturttu, garip hareketler yaptı eline filan baktım bunun sağa sola sallıyo sonra dizlerime ellerini koyuyor geri çekiliyor bir ayinvari hareketler. Sonra beni uyandırdı. (!) Beklentiyle soruyor:

- Neler gördün Talisman?

- Pek birşey göremedim.

- Nasıl hiç bir imge gelmedi mi gözüne?

- Şeyy yok ama bi gevşedim ben, uykum geldi.

- Hııı, rahatlamana sevindim.

Hahaha nasıl söylüyor ama bunu, sanki patateslerini yemiş te sona sakladığı köfteleri başkası yemiş gibi :) Hayal kırıklığı içinde. Yılmıyor bir kez daha deniyor bu sefer sırt üstü yatıyorum mır mır birşeyler anlatıyor. (Aaa keşke Donnie Darko gibi bir taraflarımla oynasaydım hem konsepte de uyardı, araştırma konusuna yani :)) Sonra uyandırdı beni, benim gene içim geçmiş öyle bön bön baktım. O gün çıktım, bir daha da uğramadım semtine..

Ama bir mesac verecek olursak hepsi de aynı değil, ki sonradan cillop gibi bir psikiyatrist buldum (D. cim sağolsun) ki kendisine hastayım (!) ve halen görüşüyoruz. Seviyeli bir birlikteliğimiz var. Süper insan.

Siz siz olun "profesyonel destek" gördüğünüz kişi kafanıza uymuyorsa hiiç inat etmeyin heman başkasına geçin.. Ya da profesyonel desteği filan siktir edin, şöyle bi sevişin rahatlayın.

Hahaha son cümleyi ben yazmadım, kedi yazdı..


Uzun süren sessizlikten sonra böyle abuk bir konuyla lafa girdim ya yani ne diyim kendime..

Metin Bey yazınızı yazmaya çalışıyorum vallahi bakın..

Ha bir de annem geçen gün kederli kederli "sen neden böyle oldun Talisman" deyince, Virgilius seni hatırladım ve güldüm, tabii böyle ağır bir laf karşısında hoh hoh gülmem pek hoş kaçmadı, neyse olsun :))


Hiişşştt özlemişim siziii..


Ha bir de, I think I will blossom.

Friday, May 16, 2008

Durma halim devam etmekte.. Öyle devam ediyor ki yani öyle bir devam ediyor ki.. Devam ediyor devam.. Devam.. Devam edemiycem..

Thursday, May 01, 2008

Gel ey alt benlik!

Tam anlamıyla Fight Club' ın başlarındaki Edward Norton gibi dolanıyorum etrafta. Uykusuz, dağılmış, hafiften sıyırmış..Tek farkım onun kadar çekici görünmemem. Alt benliğin gelme vaktidir yani, eli kulağında.. Bekliyorum canım, you are more than wellcome. :)
Uykusuzluk garip şey, bir haftadır günde en fazla 3 saat uyuyorum, beynim çalışıyor ama ağır aksak ve arada duruyorum. Öylece.. Kalakalıyorum. Muhabbetlerde boş boş bakınıyorum.
İnanmayacaksınız ama bunları yazdıktan sonra da bi durdum.. Ne yazsam şimdi? Yazacağım çok şey de var aslında..
Bakıyim bi akışa bırakayım neler çıkıyor?
İşimi sevmiyorum, itele itele nereye kadar? Değiştirmeyi düşünüyorum.
Aşık oldum. çok garip çok.
Bilmediğim yönlerimi keşfediyorum. Keşifler çok iç açıcı değil. Kötü de değil.
Hayat garipmiş.
Ergenlik zor geçiyor lan.
Bu ne biçim yazı ki?

Tuesday, April 22, 2008

It is his heartbeats

Biri bana "The Big Blue" yu tekrar seyrederken Joanna' nın ev arkadaşı Sally nin "Have you got a picture of him? (Fotoğrafı var mı?) sorusuna Jacques' in dalış denemesindeki kalp atışları çizelgesini çıkarması ve "It is his heartbeats." (Bunlar onun kalp atışları) demesi üzerine neden gözyaşlarına boğulduğumu izah edebilir mi?
Ha unutmadan Jean Marc Barr gibi gülümseyebiliyorum diyen varsa bir adım öne çıksın, krallığımı ayakları altına sereceğim.

Jacques: I don't understand. Please explain to me.
Enzo: What do you want to know?
Jacques: Everything!
Enzo: About what?
Jacques: About everything!
Enzo: Mama mia.

Johanna: Talk to me some more
Jacques: It's hard, you know. I don't know what else to say. You're so far away.
Johanna: Tell me a story.
Jacques: A story? Do you now how it is- do you know what you're supposed to do, to meet a mermaid?
Johanna: No.
Jacques: You go down to the bottom of the sea, where the water isn't even blue anymore, where the sky is only a memory, and you float there, in the silence. And you stay there, and you decide, that you'll die for them. Only then do they start coming out. They come, and they greet you, and they judge the love you have for them. If it's sincere, if it's pure, they'll be with you, and take you away forever.
Johanna: I like that story

Masal anlatın lan bana.. Ühühühühühü

Tuesday, April 15, 2008

For they could not love you


Bundan bir 6-7 sene evvel. GO oynamak için biriyle buluştum. Daha önce tanımıyordum, okuldaki topluluktan olduğunu biliyordum. Tanıştık, İstiklal' de , İstiklalin ara sokaklarında bir kafede GO oynadık. Sonra benim gece 22,00 gibi kalkmam gerekti. Beni herhalde bırakır beklentisi ile baktım ama yok, başkası ile GO oynuyordu, "Ben gidiyorum" dedim, "Tamam" dedi. Ürküyordum ama beni caddeye kadar bırak demeyi de kendime yediremedim. Çıktım. Gerçekten ıssız bir yer, karanlık, karşıma biri çıksa, kötü niyetli biri, yapabileceğim hiçbir şey yok. Çok korkuyorum. Bastığım yerleri bilmeden hızla yürüyorum. İçimden arkadaşıma kızıyorum, "Ne biçim insan beni bırakmadı." , bir yandan da böyle düşündüğüm için utanıyorum, eziliyorum, "kocaman kızım" diyorum "neden böyle düşünüyorum ki?".. Ama en çok bu zorunluluğu, yani gece dışarda yürürken yanına fedai erkek alma zorunluluğunu bana dayatan zihniyete ve bu zihniyete benim de boyun eğmeme üzülüyorum.

Bu hislerle koşaradım, yüreğim ağzımda yürüyüp caddeye ulaştığımda bir ferahlama hissediyorum. "Evet, bugün de kurtuldum" hissi bu..

Tanıdık değil mi? Ne kadar öğrenilmiş ve kanıksanmış bir olay..

Ama işte herkes bu bilgiyle donatılmış değil, barış için yürüyen gelinlikli bir kız çıkıyor geliyor İtalya' dan. Belli ki kafasına bu fedai zorunluluğu sokulmamış, öğretilmemiş. Türkiye yi kız başına baştan başa geçebileceğini "sanıyor". Ne acıdır ki kimse için süpriz olmayan bir şekilde sonuçlanıyor macera. Tecavüz ve öldürülme.

İçim hala kaskatı. En çok sinirimi bozan ardından timsah gözyaşı döküp "Türkiye' nin imajı için hiç iyi olmadı" diyenler. Biraz içe bakma, bir özeleştiri, neden bizim topraklarımızda bu kadar yaygın kadına şiddet diye düşünme yok.

Daha yazardım ama yazdıkça kararıyor içim..

Biz bu yükle doğduk, yaşamımızı sürdürüyoruz, her an birşeylerden sakınarak, her an tetikte, öyle ki bu tetikte olma halini artık hissetmiyoruz bile.. Ama Pippa Bacca gafil avlandı. Yazık oldu.


They would not listen

They're not listening still

Perhaps they never will..

Thursday, April 03, 2008

Naughty!


Herşey Kürklü Merkür' ü seyretmemizle başladı. Bir grup kafa dengi kız. Oyunun futuristik bir distopya olması filan gibi entelektüel konular tabii önemliydi ama (sırıtılıyor burda) takıldığımız bir başka konu erkek oyuncuların sunuluş biçimiydi. Şimdi bu gözler erkeklerin nasıl desem sunuluşuna çok alışık değil. Kadınlarınkine alışık. Her biçimde her şekilde görsel malzeme yapılmış kadına alışık. Ama straight bir insan olunca (yani karşı cinsten etkilenen) kadınların sunduğu görsellik pek de alakadar etmiyor bu gözleri. O yüzden görsel malzeme olarak sunulan erkek görünce gözüne ışık tutulmuş tavşana dönmemiz normal. Gerçi oyun bir bakıma ho.mo.e.r.otik bir oyun.. Ama straight kadınlar için de bayağı seyirlik malzeme sunuyor.

Neyse ne diyordum, bizde bu oyunu konuşurken erkekleri metalaştırma fikri oluştu kafamızda. Bir çeşit keyifli intikam gibi. Kadınların üstündeki metalaştırılma yükünü biraz da erkeklere yükleyelim, onlar da metalaşsın, boylarının ölçüsünü alsın hem de gözlerimiz bayram etsin gibi bir düşünce :)

Böylece erkekler de kendilerini beğendirme telaşına düşecekler. Birbirleri ile rekabete zorla sokulacaklar. Belki manikürle pedikürle ve adını anmayı istemediğim diğer proseslerle tanışacaklar yani gönüllü ve periyodik acıyla.. Göbekli erkekler rahatça bira içemeyecekler, içince suçluluk duygusu ile kıvranacaklar. Gazetelerdeki tırıvırı bilgilerin beşi kadınlara güzellik sırrı veriyorsa beşi de erkeklere saç dökülmesine karşı neler yapması gerektiğini öğütleyecek.

Uzatmıyım bildiğimiz Hammurabi kanunu mantığı. Kadınlar metalaştığında ne oluyorsa, erkeklere de o olacak. Mükemmelleşme yarışında kadınlar yalnız olmayacak.

Şimdi buna iki yanlış bir doğru etmez kadınlar da metalaşmasın diyen politik doğrucular çıkacak elbet. Ki gönül ister tabii bunu, kimse metalaşmasın, hoş değil. Ama mevcutta kadın metalaşmasına dur diyemiyorsak erkekleri empatiye ancak böyle ulaştırabiliriz.

Hımm diyeceksiniz ki peki metalaştırabildiniz mi? Biz öyle yaptığımızı sandık, yani Kürklü Merkür oyuncuları için fecii şekilde fiziksel muhabbetlere girdik, projeyi konuştuk vb fakat proje bir arkadaşımızın eşiyle konuşurken "Acaba şu oyuncunun burcu nedir?" diye sorması ile feci şekilde darbe aldı. Eşi gülüp "biz asla kadın muhabbeti yaparken kadının burcunu veya herhangi bir insani özelliğini konuşmayız, düşünmeyiz, siz bu işi beceremeyeceksiniz, böyle metalaştırma olmaz " demiş. Düşündük te doğru.. Yapamadık yani.. Project mayhem has failed :)

Siz yine de demoralize olmayın kadın okuyucularım, deneyin. Son sayfa güzellerine bakarken oluşturduğumuz komplex duygusundan başka kaybedecek nemiz var? :))

Monday, March 31, 2008

Anneeee


Annem geldi.

Anne gelince ne olur herkes bilir değil mi? Ev evmiş gibi kokmaya başlar, apartmana yayılan ev yemeği kokusunun sizin daireden gelme olasılığı oluşur birden.. Nazlanılır. Bir anda çocuk olunur.. Zaten büyümemiş bir hormonlu ergenseniz daha da güzel, alabildiğine şımarılır, gülünür, "Annee benim doğduğum geceyi anlatsanaa" şeklinde masal formatında doğum hikayesi dinlenilir. (Sahiden benden başka kimse var mı , kendi doğum hikayesini anlattırıp duran?) Velhasıl güzeldir, sarmalayıcıdır..

Annem bir de benim eski bebeğimle, küçükken en çok sevdiğim oyuncağım olan minik fili getirmemiş mi? Bir sevindim bir sevindim. Bebeeğiiim diye diye bebeğimi getirttim memleketten :)) Bunu kastetmemiştim ama olsun.

Annem bir de komik sağolsun, geçen gün dışardan geldi, suratında sinirli bir ifade:

- Talisman
- Efendim annee
- Niye her tarafa strasbourg Cafe açılmış?
- Neeee? :))))
- Strasbourg Cafe, her tarafta var, ucuz sebze aldığım marketin yerine de açmışlar..
Annem öyle emin ki kendinden bir an şüpheye düşüyorum yahu yıllardır StarbuckS hatta fiyatları yüzünden Starfucks diye bildiğim kafeler Strasbourg Cafe olmasın?
- Starbucks olmasın onlar annee
- E Strasbourg yazıyo kızıımm..
Burda kopuyorum ben..Sahiden Starbucks da abarttı, yakında sitenin bahçesine açacaklar bir tane.. Yankee go home diyoruz kendilerine..
Annemin bizim site ile ilgili de hoş bir hikayesi var, bundan 3 sene önce fellik fellik ev arıyoruz, şu an oturduğumuz yere bakıyoruz. Annem kapıda soruyor genç bir çocuğa:
- Bu sitenin güvenliği var mı oğlum?
Buraya kadar normal bir soru gibi gelebilir ama annem bu soruyu sitenin güvenlik klubesinin önünde ve güvenlik görevlisine soruyor..
Velhasıl anneli günler başladı.. Beynimin buna tepkisi ne olacaktı, serotonin salgılamaya sonunda başlayacak mıydı yoksa inatla kendini depresyona mı verecekti?
Ama bu gelecek maceranın konusuu..
Dıt dıdı dıtttt dıt dıdı dıttt..(Kara Şimşek bitiş müziği)

Monday, March 17, 2008

Beebeeeeğiiimmm!!

Nereye gitsem ne yapsam Emre Aydın' ın "Bebeğim" şarkısı da bana eşlik ediyor.. Çılgınlık bu.. Bir de Lifeless Dead (Mad Season), bir de "Blues From An Airplane" Jefferson Airplane' den.. Sonuncusu bir erkek şarkısı aslında ama olsun.. Delice güzel.. (Do you know how sad it is to be a a man alone)
Bana artık kendimi toparlamamı söyleyip duruyor herkes. Ben de diyorum, demek yetmiyor. Bir de kendimi sahtekar gibi hissetmeme neden olan birşey var, onu söyliyim kurtulayım bu histen.. Şöyle ki buraya acaip bunalımlı şeyler yazıyorum ya, her zaman mutsuz değilim, yani yazarken çok fena şekilde bu bunalımı hissediyorum, zaten bu tip yazılarım hep içimden dışarı kaçıyor asla planlayıp yazmıyorum. Ama arada pek neşeli olduğum zamanlar da var mesela bugün bir arkadaşımın doğum gününü kutladık, pek şendim.. Kalabalıklar içinde rol yapıyorum maske takıyorum vırt zırt da diyemem, çünkü cidden eğleniyorum. Maske filan hak getire, direk çocuk gibi neşeli oluyorum bazen.
Genele bakınca bir sancı var ama.. Bir düzensizlik, bir hor kullanma, vücudu ve zamanı.. Mesela asla erken (erkenden kastım 24,00 filan) yatamamak, sabah kahvaltıda Kit Kat ve badem yemek, durup dururken evde içmek gibi (evde içmem ben normalde) ya da gündüz vakti işte yani, öğlen kendini tuvalete kapayarak boşluğa bakmak gibi.. (Bu zamanlarda aklıma hep American Beauty geliyor.) Bir başıbozukluktur gidiyor dostlarım. Genelde herkese olur ama benimki artık istisna değil kural halinde. Ne yapıyorum, nasıl yaşıyorum, kimim ben? Meçhul bunlar. Hele ne istiyorum konusuna hiç girmeyelim. Zerre fikrim yok.
Nasıl bu hale geldim? (hehe cümleye bak, abicim süper bir drama queen im ya ben, hastayım kendime, bak bak ne diyo? Gözler uzaklarda dalgın, dudaklar büzülmüş, titrek bir sesle "Nasıl bu hale geldim ben tanrım" hehehehe ya bu halim bana bazen pek komik geliyor. Sevimli de.. Çünkü çocuk. Ergen daha yavrum yaa..)
Gerçekten dünyada en zor şeylerden biri ebedi ergen olmak, yıllar geçmiş sen hala bi anlamlandıramamışın bu yaşamı. Hala öfke, çocuksu nefret, "Bu mu yani? Böyle olmamalıydı" duygusu. Bir büyü be .. Büyümek süper birşey olduğundan değil ama bir değişiklik olur, değişiklik iyi mi peki konusuna da bir girme.. Bir tut kendini..
Bu manyak ruh halinden kurtulup insan gibi sinema yazısı filan yazmak istiyorum..

Sunday, March 09, 2008

Ben kendi gözümün içindeki saç teliyim, sen de öylesin.

İnsan hayatının bir yerini düzeltmeden neden başka bir yerini düzeltemiyor? Neden kahrolası bir şekilde umutsuzsan her konuya bu yansıyor?
Neden kendini aşağılıyorsan her ilişkine bunu yansıtıyorsun? Neden kurban konumunda olmaya bu kadar kaptırmışsan, seni gerçekten kurban edecek insanları buluyorsun? Neden içindeki kendi hakkında düşündüğün anlamsız şeyleri, en kötü şekilde doğrulasın, sana kanıt sağlasın diye beş para etmez insanlara mesai harcayıp, kendini doğrulayınca acı çekiyorsun? Neden herşey bambaşka olabilecekken böyle oluyor? Neden mutlu bir şekilde film çekmek için Adobe Premier i öğrenmeye çalışabileceğin halde, kendi içinde çıkmaz sokaklara giriyorsun? Neden beni bu kadar yaralıyorsun? Değerli olduğunu sana söyleyen, hissettiren bunca insan varken sana kendini değersiz hissettirecek kişileri neden umutsuzca arıyorsun? Neden bulmakta bu kadar isabetlisin? Neden güzelim beynini böyle kullanıyorsun? Nedir bunun kaynağı? Bu nganon' un? Ne tükenmez birşey? Hep kömür mü kalacaksın? Elmas olamayacak mısın?

"Ben kendi gözümün içindeki saç teliyim, sen de öylesin." *

*: I never promised you a rose garden..

Wednesday, February 27, 2008

Maybe down in lonesome town, I can learn to forget

Nasılım?
Vallahi bilmiyorum.. Salıncakta gibiyim, bir iyiyim bir kötü. Kendimi bıraktım da artık. Hislerimden bahsetmiyim, bu aralar pek süper sayılmazlar genelde, arada süper zamanlar da olmuyor değil ya, yine de hissettiklerim benim olsun size olanları anlatayım:
If bitti, her zamanki gibi 2 filmi kaçırdım, bir filme kar yüzünden gitmedim yine de kendime göre fena performans değil.
The Art Of Negative Thinking muhteşem bir filmdi, Secret' çıların suratına tokat gibi inecek bir film.. Re.iki master bir arkadaş var ve bence master lık şöyle dursun, başka tür bir master yapsa daha iyi gelecek gibi duran biri, çok gergin.. Bu geçen ben "Hayat ..oktan" dediğim için "Durr, durr çağırıyorsun" dedi.. Baktım etrafıma ulan farketmeden garsonu filan mı çağırdım yanlışlıkla diyorum, "ne çağırıyorum?" dedim, meğersen ..oktan şeyleri kendime çağırıyormuşum, manyak mıyım ben yahuu.. Ne çağırcam, durum tespiti yapıyoz.. İşte ona "The Art Of Negative Thinking" i görmelisin sen dedim, dişlerimin arasından, çok iyi gelecek sana dedim.. "Hah, böyle şeyler izle sen" diye master master kınadı. Ben de "hehe hayat ..oktan" dedim..

Cuma günü doğum günüm, herkesi çağırdım, karaoke yapcaz, güzel olcak sanki..
Herşeyi yarım bırakasım var, uff bu postu da bırakmak istedim ama dur bakalım..

Bi şıklık hamlesine girip takım elbiseler, şifon bluzlar giymeye başladım, dokunuşları hoşuma gitti, mutluyum. İmza: Lennie.

Çok işim var nerden nasıl çıktı bunca iş? Bireysel Emeklilik paramı zararına çekip Yeni Zelanda ya kaçmak istiyorum. Ne klişe di mi? Ama ufff ne güzel olurdu. (Yerliler ..ker seni orda Talisman.. Uff susss bee manyakkk)

Yeni Zelanda demişken, Eagle vs Shark da süperdi, Yeni Zelanda da bizim 80 lerdeki halimiz gibi, pek kitsch ve pek şeker.. Ya bir de çok komik sahneleri vardı yaa, düşündükçe hala gülüyorum..

Ekmekçikız cımla buluştuk If te, sohbet ettik, ben beraber gideceğimiz filme geç kaldım, 7 dakika, kapıda yalvardım yakardım almadılar beni, "ayakta izlerim noolurr" bile dedim ruhsuz görevli sırıttı buna, omuz atayım şuna koşarak içeri gireyim dedim, sora tırstım, onun yerine hüngür hüngür ağlamaya başladım ama görevlinin önünde değil, ordan ayrılıp kenardaki koltuklara giderken..Durduramadım kendimi. Dürtü kontrolünde hep sorunlarım olmuştur zaten.. Sora burnumu "Puslu Kıtalar Atlası"' na gömdüm, Bünyamin' in ölüp dirilmesi macerası beni biraz kendime getirdi.. Sonra Ekmekçikız' cığımın çıkışını bekledim. Aşağı inip birşeyler içtik, muhabbet güzeldi, dedikodu bile yaptık :) Ekmekçikız' ın annesi ile kardeşi de geldiler, ben annesini çok sevdim. Sanırım babaannemden ötürü yaşlı teyzelere bayılırım, bana huzur telkin ediyor, hani yat dizine, unut herşeyi.. Bir de sanırım benim babaannemle geçirdiğim zamanlar en mutlu olduğum zamanlar, en sakin, en huzurlu.

Off ölen birini rüyada görmek nasıl acı oluyor di mi? Nerden nereye atladım ama.. Bazen görüyorum babaannemi rüyamda, iki çeşit.. Birinde öldüğünü biliyorum, rüyada olduğumu farkediyorum ve rüya bitmesin diye çaba gösteriyorum, diğer çeşitte öldüğünü bilmiyorum, ama "sen nerdeydin" şeklinde çok seviniyorum sonra rüyanın sonlarına doğru hatırlıyorum. İkisinde de ağlayarak uyanıyorum ama biraz mutlu da oluyorum, rüyada da olsa gördüm işte.. Uff yaa..

İç açıcı birşeyle bitireyim hımmm ne olsun ne olsuunn?

Aaa No body is Perfect çok ilginçti, böyle sırt derilerine 4-5 kanca geçirilmiş (deriyeee ıyy) iki adam var, sırt sırta duruyorlar, halatlar ikisinin de kancalarından geçiyor, sonra sırt sırta iken birbirlerinden uzaklaşıyorlar, halat geriliyor ve kancalar çekilmeye başlanıyor, derileri geriliyorrr ayyyy çok fenaydıı.. Bir tür halat çekme oyunu, kim kimi çekecek.. Bunu şöyle açıklıyorlar bu şekilde bir acıda vücut normalde salgılayacağının 4-5 katı endorfin salgılarmış, endorfine doyan bünye acıyı hissetmezmiş bir süre sonra. İşin kötüsü bu endorfin seviyesine alışınca bu derece acı da kesmemeye başlıyor ve daha fazla endorfin için daha acılı birşey aranıyor. Mesela 1 kanca taktıran biri ertesi gün 4 tane taktırıyor filan. Bunu gösteri şeklinde de yapanlar var, Paris te bir club da.. Bunların sahne arkasını gösteriyorlar, biri kan revan içinde geliyor ama nasıl mutlu, normal bir tiyatro oyuncusu oyununu bitirmiş gelmiş sanki, neşeyle "Seyirciyi salladık bu akşam" diyor, ulan sen parça pinçik olmuşun bu arada, buna da "Eh bir damarı patlattım galiba" deyip sırıtıyor. Vah kuzum, yapma böyle ama..

Aman bu hiç içaçıcı değil bee..

Eeeh benden bu kadar.. :)) I tried..

Tuesday, February 19, 2008

This life ain't worth living

Hayatım sona ermiş gibi hissediyorum. Bu nasıl oldu?
Sanki artık bekleyeceğim hiç birşey yok. İstediğim birşey de yok. Herşey bitmiş, bitmeyenler için de vakit çok geçmiş gibi.
Hayatımda sahiplendiğim benim dediğim hiç bir şey yok, ne işim ne başka birşey. Beni bağlayan birşey yok, "evet bunun için yaşıyorum" dediğim, illa böyle bir cümle kuracak olsam "gündüz gerekliliklerimi yerine getirmek gece zevk almak için yaşıyorum." derim. Manidar bir cümle oldu tabii de o tür zevk değil, yemek- sevdiğim şeyleri seyretmek-okumak ve uyumamak, aldığım zevkler bunlar, özenecek birşey yok. Herhangi bir hedefim yok, umudum da yok sanki. Bir ara olduğunu sanıyordum artık yok. Mesela tekrar aşık olacağıma zinhar inanmıyorum. Bu inancı kaybettiğimi de "Yaprak Dökümü" geyik dizisinde idrak ettim, alakasız bir sahnede.. Birden içimdeki aşık olacağıma dair inançsızlıkla burun buruna geldim. Selam verip geçtim, çok yıkılmadım.
Belki de sorun bu, hiç bir üzüntü yeterince yankı bulmuyor belki bende.. Onları önemsemediğime kendimi inandırmaya çalışırken ileri gitmiş, gerçekten önemsememeye başlamışım sanırım.
Hayat bitti sanki, ne ara bitti bilmiyorum ama bitti, yakın bir zamanda oldu bu.

Friday, February 08, 2008

Black Holes and Revalations


- Şu dünyada kendimi neredeyse en rahat hissettiğim yerin tuvalet olması benim boktan bir insan olduğumu mu gösterir acaba? Tuvaletlere, tabii ki temiz olmak şartıyla, bayılıyorum. Hiç kimse tuvalette seni rahatsız edemez, seni istese de göremez, -zaten niye istesin sapık mı?- yalnızlığını kimse bölemez, mükemmel bir his.. Sığınak.
- İçimde yine garip bir nefret hissi var, hiç stable olamayacak mıyım? Üstelik nedensiz ve nesnesi olmayan bir nefret.. Yani birine veya birşeye karşı nefret değil. Sadece o rahatsız edici duygu.. Belki de doğaldır, yani meşhur konjonktür lafı var ya, bu konjonktürde bu ülkede olmak bu hissi otomatikman yaratıyordur. Ya da psikopatın tekiyim ülkeye bok atıyom boş yere.. Konjonktür iğrenç bir kelime, ahanda nefretim nesne buldu bir anda..
- Safın tekiyim, çok yakın iki iş arkadaşım sanırım sevgili olma yolunda bunu en son ben anladım. Ama garip oluyormuş bee, biri sorunca farkettim, bunların davranışlar filan bi değişmiş. Kimseye aşık değilken aşık kişiler pek salak görünüyor. Ve tabii ki bu cümlenin kıskançlıkla bir ilgisi var. Kıskancım ve nefret doluyum.. Oyy ben olsam ben de bana yaklaşmam. :)
- Özlem Tekin nerde yaa?
- Kafamda aynı anda 1357 şey geçmesini sevmiyorum. Hatta 2 saniyede bir önceki düşüncemi unutup, "ulan çok güzel birşey düşünmüştüm, neydi" diyebiliyorum. Müzik de cabası, yani fon müziği, devamlı bir plak döner durur ya insanın kafasında güzel şarkı olması şart değil mesela şu anki şu: "saydııım kaç gün olduu, saydıım kaç gece dolduu,saydıım her gün aynıı dööön dön isterseen" ne ki bu şarkı? Kim söylüyordu neydi hiç hatırlamıyorum. Hafıza da hafıza değil ki.. Konsantrasyon desen, deme derim, yok öyle birşey. Gavurların deyimiyle "in the moment" da olamıyorum bir türlü.
- Haneke' nin box setini hala almadım. Bu beni tedirgin ediyor yani daha filmlerini seyretmeden Haneke istediğini yapıyor. Bu arada adamın topu topu 3 filmini seyretmişim. Ayıp be.
- Ulak' a gitmek istiyorum. Ulak, Godot gibi birşey sanırım fragmanından öyle anlaşılıyor. Şark Godot'su..
- 5 kere 5, 25 etmesin, etmesiiin, etmesiiinn..

Wednesday, February 06, 2008

IF IF IF Bağımsız Filmler Festivali


An itibariyle If İstanbul için filmlerimi seçmiş bulunmaktayım. Vatana millete hayırlı uğurlu olsun..

Filmlerim şunlar:
Beş Kuyruklu Tilki Yobi (Five Tailed Fox Yobi)
Kartal Köpek Balığına Karşı (Eagle vs Shark )
Kötü Alışkanlıklar (Bad Habits)
Olumsuz Düşünme Sanatı (The Art Of Negative Thinking )- Adından vuruldum buna.. :)
Hiçbir vücut mükemmel değildir. (No body is Perfect )
Lars Sevince (Lars and The Real Girl)


Tavsiye ederim valla, güzel filmler..
If İstanbul sitesi:
http://www.ifistanbul.com/

Oh baby, çok mutluyum. :)


Not: Foto, Eagle vs Shark' tan.. Çok hoşuma gitti film, bakalım gerçekten güzel mi..

Saturday, February 02, 2008

İçte ve Dışta


Birşeyler değişiyor, içte ve dışta.. Rilke' nin böyle bir sözü vardı, "içte ve dışta ey sevgili" filan gibi..

Olumlu olanlar da var olumsuzlar da.. Mesela,

- Çok sevdiğim, artık ailemden olan bir arkadaşım beraber çalıştığımız işyerinden ayrıldı. Bu Cuma oldu bu olay. Gideceğini biliyordum aslında çoktandır ama Perşembe- Cuma gibi kafama dank etti, nedense insan istemediği gelişmelere kendini hazırlayamıyor. Ya da genellemiyim belki ben istemediğim şeylere inanmamayı seçiyorum. Cuma günü pek feci geçti o yüzden. Onunla tanıştığımızdan beri aynı işyerlerinde çalışıyoruz, istediğim an gidip dürtme lüksümün olmamasına zor alışacağım. Canım D. seni çok seviyorum, biliyorum hiç kopmayacağız ama yine de buruklaşıyor insan. Merak etme yine sana herşeyi yazacağım, tüm ayrıntıları :) ve dumur dumur sorularla seni şaşırtmaya da devam edeceğim sen de beni sürüklemeye ve gerçekleri yüzüme çarpmaya devam et olmaz mı? :) Bir tanesin. Aha duygulandım..

- İşte çalıştığım bölümün bir senedir filan yöneticisi yoktu ve 3 kişi bir senedir müthiş rekabetle yönetici olmak için çabalıyorlardı. İçlerinde çoktandır burada çalışmış, neredeyse 5 senedir yönetici yapılacak denmiş birisi vardı, benim beraber çalıştığım kişi, herkes o olur diye düşünüyordu ama yönetici başka biri oldu. Sarsıcı idi arkadaşım için ben de şaşırdım. Sistem gerçekten gözlerimin önünde 3 kişiyi birbirine düşürdü, birini harcadı.. Çok garipti ağzım açık kaldı. Yani teorik olarak hep biliyor insan ama pratikte karşılaşınca az sarsılıyor. Vay anasını.. Yani 3 ü de maximum kullanıldılar bu bir senede, olamayan arkadaşım 8 yaşındaki çocuğunun zamanından çalıp Pazarları bile işe geldi.. Sonuç böyle oldu işte. Bu da bir çeşit şiddet bence, şiddet illa insanın suratına bir tane çarpmakla olmuyor.

Bunlar dıştakiler, pek de şirin değiller içte ise,

- Artık dış dünyada da neredeyse blogum kadar açık oluyorum daha çok yeni ama sesim daha çok çıkıyor sanki. Şöyle ki ben normalde kapalı bir insanım, çok pis kapalı. Sanki değişiyor o. Çok prematüre ve aslında görünür değil henüz, o yüzden ayrıntı veremiyorum. Devam ederse gelişmelerden haberdar ederim. Çok anlatamadım ama artık kim olduğumu daha çok ortaya koyuyorum sanki.

- Yine az yiyorum, diyetisyen teyzeye yine gittim bana "oo Talisman hanım, beni mi özlediniz?" dedi ben de "Tabii canım, kilo filan bahane" dedim, görüşme boyunca eğlendik biz. Sonra bana ihanet edip, " samimiyetimize güvenerek söylüyorum siz daha önce bu kilo konusunda biraz vurdumduymazdınız artık değilsiniz sanki" dedi, ulen daha yeni samimi olmuştuk. Ben bu cümleye de güldüm. Eh yaptıklarım onu gösteriyordu, kadın haklıydı. Neyse ben de samimiyetimize güvenerek "salata yemek istemiyoruuummm" diye uludum, o da "olur" dedi, o kadar çabuk ve kesin bir zafer kazanmıştım ki tadını çıkaramadım, nasıl yani "olur". Kurtuldum mu ben salata işkencesinden? Hehe ne güsel.. Ha bu geçen hafta oldu, bu hafta yine gittim ve evet iyi gidiyoruz. Bu arada endokrinolog a da gittim ve halen şeker hastası değilim Allaha şükür. Ama insülin direnci düşmekle beraber var, onu da halledeceğiz diyetle işte. İşi garibi kolesterolüm normal. Duy da inanma.. Eheh..


İçtekiler çok fena sayılmaz sanki.. Değişim iyidir zaten canım öyle değil mi?


Rilke' nin bahsettiğim yazısını da buldum şöyleymiş:

" dışta birçok şeyler değişti. ne gibi, bilmiyorum. ama içte ve senin önünde, ey Tanrı'm, senin önünde, içte ey seyirci: rolümüzü bilmediğimizi anlıyoruz, bir ayna arıyoruz, yüzümüzdeki boyaları silip sahte olanı çıkarmak ve gerçek olmak istiyoruz. ama yine de bir maske parçası yapışıp kalmış bir yerimizde, unutmuşuz. kaşlarımızda bir abartma izi durmakta; ağzımızın köşesinde bir kıvrım olduğunu fark etmiyoruz. ve bu halde, dolaşıyoruz ortada; bir maskara ve bir yarım halinde: ne gerçek bir insan, ne de bir oyuncu olarak."


Aaa Rilke işte o bahsetmek istediğim şeye dokunmuş biraz, bu adam sevilmez de ne yapılır. Rilke ile laubali olma Talisman.. -Seviyorum lannn.. -İyi iyi, aa delirdi..

Bu arada "ey sevgili" değil "ey Tanrı'm" mış, neyse uzağa gitmemişiz.

Wednesday, January 23, 2008

Gözüm benimm..


Siz de farkettiniz değil mi göz fetişisti olduğumu? Blogda yazılar için çeşit çeşit göz fotoları-çizimleri koymamdan çıkarmışsınızdır diye düşündüm. Seviyorum göz organını. Çok esrarlı geliyor bana. Devamlı hareket halinde (siz dursanız da) devamlı değişen (gözbebeği büyüklüğü, rengi, parlaklığı), çok hassas, gizli- kapaklı harika organlar..
Kendi gözümü de severim, sizden saklayacak değilim :) Ayrıntısına girmeyeceğim ama gözlerimi özel bulurum. Renginin değişken olmasını severim, bir de saklı (cache :) olmasını.. Artık bu da ne demekse :) Boşverin..
Severim filan ama gözlerimi ortaokulda bozmayı da başarmışımdır. Kendim mi becerdim ben emin değilim aslında ama ailem ısrarla yaz tatili boyunca sabah-akşam, ışık azken-çokken durmadan kitap okumam sonucu gözlerimi bozduğuma inanmışlardır. Ters giden şeyler olduğunda hemen ve daima kendimi suçlamam ailemin eseri olabilir. (Sigmund Freud, analyze this :)) Çözümü de hemen ve daima dışarda aramam ise sanırım benim eserim, bu da kendimi suçlama olduğuna göre ortada bir sarmal var, nalet olsun.. :)
Dün bu pek sevdiğim gözlerimi muayene ettirmek için hastaneye gittim. Yeni gözlük alacağım, numaramı update edeyim dedim. Rutin muayene safhalarını atlattık, sonra gözüme ışık tutarak "sağ kulağıma bak" dedi doktor, ben panik oldum sağ kulağının hangisi olduğunu tayine çalışıyorum (evet sağı solu karıştırırım) o sırada gözüme yedim ışığı, artık görüş açımda tek kulağı vardı, ben de "amaan buna bakayım işte" diyerek ona baktım.
Sonra adam "aaa burda kanamalar varr" dedi, Ne kanamasııı?? Sonra da şöyle bir cümle kurdu: "Hımm şeker yüzünden tahribat olmuş olabilir.." Ben de sesim titreyerek şöyle diyebildim: "Ben de şeker hastalığı yok ki.. İnsülin direnci var sadece" ama o sıradaki sesim Perihan Mağden' in sesinin bir level iyisi, yani düşünün ne kadar kötü.. Tiz ve "ahanda şimdi ağlarım bak görüsüün" sesi.. Doktor da "haa öyle miydi" dedi gayet rahat, adama bak sanki her gün Perihan Mağden' le konuşuyor. Sonra içim rahat etsin benim dedi ve gözlerime damlaları boca etti, siz 15 dakika bekleyin göz dibinizi iyice muayene edeyim dedi.
Ben izafiyet teorisini kanıtlamak üzere koridora çıktım. 15 dakika boyunca kendimle konuştum, suçladım, Allah' la pazarlık yaptım, zaten gözlerimin nemli olmasından faydalanıp biraz zırladım, en çok da nedense, sigara yüzünden kolu bacağı kesilenleri düşündüm. Kendime ettiğim yıpratıcı cümleleri ve küfürleri tekrarlamayacağım, yararı yok. Sadece kendime düşmanca "Bak gözlerime de zarar verdiysen çokk fenaa kızarım." dediğimi hatırlıyorum. Şizofren bir diyaloga girmenin en güzel tarafı bu. Kendi içinizde kızıp kendi içinizde boşalabiliyorsunuz. (I used to be a şizo but we are ok now.)
Sonra zamanı geldi, adam yine ışığa boğdu gözlerimi bu sefer çok pis acıdı ama tuttum kendimi sonra bakıp "aa o kanama değilmiş, damarı görmüşüüm" cümlesini kurdu. Biraz geri çekildi ve huşu içinde "pırıl pırııııl bir retina" dedi. Nasıl da ciddi bir hayranlık içinde, çok komik, ben gevşeyip gülmeye başladım. Sonra diğer gözüme baktı yine neşeyle, "pırıl pırıl bir retina da burda" dedi ve "Hiç bir sorununuz yok, harika bir göz dibi, hiç meraklanmayın" dedi, ben Perihan Mağden' den Leonard Cohen' e terfi etmiş sesimle "teşekkür ederim doktor bey" diyerek çıktım ordan.
Eve uça uça gittim, aynaya bakınca Willow ' la karşılaştım, hani Buffy the Vampire Slayer daki lezbiyen cadı.. Dark Side a geçtiğinde gözleri simsiyah olur onun, yani sırf gözbebeğinden ibaret gibi. Ben de tıpkı öyleydim, gözbebeğim dana kadar büyümüştü damla yüzünden.. Çok garip ve korkutucu.. Tabii ben bayıldım buna, sevinçle kuzenim ve eniştemin olduğu odaya girip "Willow olmuşuum" şeklinde bir çığlık attım. Sonra açıklama yaptım (enişteme Willow 'un lezbiyen yönünden bahsetmedim, sevincimi hayra yormayabilirdi.)
Derken hep beraber neşeyle televizyon seyretmeye başladık. Televizyonu harika göz dibim ve pırıl pırıl retinalarımla seyrettiğimi bilmek içime hafif bir ürperti verdi.. (hani erkek olsam daha pis cümle kurabilirim oraya, ahh nalet olsun Talismann :))
Eheh..
(Not: Allah' la pazarlık maddelerime uyuyorum.)

Monday, January 21, 2008

Mim O Za


Sevgili Gülçincan beni sobelemiş. Ya da mimlemiş.

Mim konusu: Yapmak Zorunda Olduğumuz Halde Bir Türlü Yapmadığımız Kolay İşler..

Hemen ilkini söylüyorum, paltomun kopan düğmelerini dikmek.. Neden bu düğmeleri sağlam yapmıyorlar bilmiyorum. Paltomu aldıktan bir hafta sonra tüm düğmelerini baştan ikisi hariç kopardım. Kendileri evin çeşitli odalarına serpilmiş, benim onları dikeceğim günü bekliyorlar. bense düğme dikmekten kaçmak için parmaklarımı düğme olarak kullanıyor yolda yürürken bir tür teşhirci kıvamında iki elim paltomun iki tarafını tutturur şekilde yürüyorum.

Başkaaa? Giyindiğim odaya bir ayna almak istiyorum, bir türlü alamıyorum. Bir de şifonyerin üstündeki ıvır zıvırın tozunu alıp kutulayarak kaldırmak istiyorum. Evde zaten çok az ıvır zıvır var, onlar bile sinirimi bozdu. Biblo, süs vb şeylerden bahsediyorum.

ADSL bağlantım bozuldu, bir türlü düzeltemiyorum, Türk Telekom beni telefonda çok beklettiğinden sabredemiyorum. Bir kez sabrettim ama telefonda beklerken, gazete okudum, tuvalete gittim, elimi yıkadım, çorba ısıttım daha sonra telefon açıldı. O telefondan da sonuç alamayınca pes ettim. Yapmam lazım ama..

Sanırım bu kadar. Yapmam gereken başka şeyler de var ama onlar kolay değil ;)

Hımm topu kime atsak? Öykücü ve Ekmekçikız a atalım, sonra neşeyle kaçalım..

(Neşe derken? Neşe işte bildiğin neşe, çok mu gücüne gitti? :))

Sunday, January 13, 2008

Sülayman Turan ı da ...


Here comes the rain again

Raining in my head like a tragedy


Yine ondan yapıyorum. Yani hoşlandığım biri- yakın arkadaşım- teşvik eden, cesaret veren ben.. Offf midem bulandı artık, anlatmıycam daha fazla..Zaten anladınız. Öyle sıkıcı ki.

Nasıl bir döngüm var yahuu. Aynı günü dönüp dolaşıp yaşayan biri gibiyim.

Aşağılık komplexim de azdı. Tıpkı bir çıbanın filan azması gibi bu. Bazen gün yüzüne çıkar, kendimi uzun süre bir böcek gibi hissederim, dünyada olmam bile dünyaya bir hakaret gibi. Cerahat gibiyim sanki.

Size bahsetmekten imtina ettiğim birşeyden bahsedeyim mi? Canımı yakan birşeyden? Söylesem sistemimden atar mıyım acaba? Tamam söylüyorum, bir süredir fotoğraf çektirmekten kaçınıyorum arkadaşlarımlayken.. Neden? Çünkü sanki bir harmoniyi bozuyor gibi hissediyorum kendimi. Yani öyle çirkinim ki, fotoğrafta olmam fotoğrafı çirkinleştiriyor, halbuki ben olmasam fotoğraf güzel çıkacak gibi. O yüzden kaçıyorum fotoğraf çektirmekten arkadaşlarımla çıktığımda. İçim bir mağara gibi, dibini bilmiyorum karanlığının.

Evet, aşağılık kompleximin en koyu tarafını da anlattım, şimdi sefil sefil çekip gidebilirim. Hatta siktir olup gidebilirim.

Tuesday, January 08, 2008

Yok, yok..


Az önce arkadaşım "Sinema" dergimi getirdi aşağıdan.. Abone olunan dergiler gelmiş, Sinema dergisini her gördüğümde önce bir seviniyorum sonra beni hiç bir zaman tam tatmin edemediğini düşünüp biraz bozuluyorum. Hep ilgimi az çeken filmlere sayfalar ayırıyor.. Yorumlar az.. Genel havası tam içime sinmiyor. Yine de alıyorum, sonuçta Sinema işte ne kadar kötü olabilir ki?
Masamda sular var içip bitirdim çöpe attım, her gün bir sürü pet şişe harcayıp küresel ısınmaya katkıda bulunuyor içimi rahatatıyorum. Kıyamette payım olsun istiyorum bunu anlamak zor mu?
Akıl hastanelerini düşünüyorum. Küçükken en korktuğum şeydi. Delirmekten korkuyordum deli gibi.. Şimdi korkuyor muyum? Hiç sanmam, delirecek kadar iyi biri değilim, rezilce korkularım, rezil hesaplarım var hayata karşı benim de.. Küçümsediğim hiç bir insandan farklı değilim. Ben de "free will" i ortalama bir evde yaşayabilmeye, yiyeceklere, geçinme anksiyetesi olmadan yaşamaya tercih etmiş bir faniyim. Üstelik tatsız bir şekilde durmadan şikayet edebilme yetimi de kaybetmeden.
Tercihini yaptın sen, daha ne ağlıyorsun? Yoksa hem bu saydığın güvenceleri hem de özgürlüğü aynı anda mı istiyorsun? Aptal olma küçük dostum. Pek çok şey olabilirsin ama kafası çalışmayan biri değilsin.. Küçük anlamsız korkuların, sınırsız Oblomov'luğunla yine de özgür olmayı isteyemeyeceğini biliyorsun sen de.. Derdin günün avunmak değil mi? Peki seni avuturum ben. Bu zamana kadar farklı birşey de pek yapmadım. Delice avunma isteğin yüzünden pek çok saçmalığa imza attım. Değdi mi diyorsun? Bir de gülüyorsun haa, dalga geçiyorsun. Öyle olsun, seni avutmamayı da başarırım belki birgün, niye asıldı ki suratın? Bunun için bu konforlu kendine acıma sığınağından çıkman mı gerek? Bazen kafan da çalışmasa keşke diyorum, bunu da anlıyorsun çünkü ama yine de birşey yapmıyorsun. Hani anlamasan, hissetmesen de seni bu keyifli "kendine acıma- iri laflar etme- Genç Werther' in yandan yemişi gibi hissetme- acılı platonik aşlar (ama kimse böylesini yaşamamıştır)" keyifli salıncağında bırakabilsem istiyorum. Yok huzursuzsun. Her şekilde huzursuzsun. Seni kandırsam bir türlü kandırmasam bir türlü.
Neyse şimdi akşama yetiştirmem gereken işleri yapacağım, sonra? Sonra? Sonra? Sonra? Bilmiyorum. Sonra belki deliririm. Yok delirmem..
(-Başa döndük gördün mü? -Yine avuttum ama seni farkettin mi? -Nasıl? -Belki sonra deliririm diye düşünmek hoşuna gitti.. -Hımm evet ama delirmeyeceğimi biliyorum, eve gidip yemek yiycem en fazla.. -Sen adam olmıycaksın. - Biliyorum :) - Gülmee, hadi bak işimizi bitiremezsek mesaiye kalırsın. - Mesaiye kalırsak delirir miyim? :) - Sussssss)

Thursday, January 03, 2008

Mesela..


Yeni yıl beklentilerim:

- Gogol Bordello ile turneye çıkmak-- Immigrant Punk ı tek başıma söylemek.

- Haneke' nin önce asistanı sonra sağ kolu olmak

- Taner Birsel in başrol oynayacağı bir film çekmek ve kendisinin rolü kapmak için gerekli şartları seve seve yerine getirmesi (eheh)

- Sezgin Kaymaz'ın son kitabının da çok iyi çıkması, "tüm sevdiklerim artık kötü ürün vermeye başladı hüü" bunalımımı yaşamamam (bunalıma sokanlara örnek: Perihan Mağden-Elif Şafak- Fatih Akın- David Cronenberg)

- Bora Bora adalarına gidip yüzgeçlerim çıkana kadar suda kalmak. (Boyu geçmeyen suda, yüzme bilmiyorum da ben.)

- Yeni Zelanda 'yı baştan başa yürüyerek katetmek


Ne oldu? Gerçekçi değil mi? Dünya barışı beklentisinden daha gerçekçi yahuu..

Sezgin Kaymaz' dan umutluyum bak..
Not: Paris'te İki Gün' e gittim. Çok tatlı film, çok güldüm ama onda bile sonunda mutsuz olmayı başardım. İnsan isteyince oluyor vallahi..