Wednesday, June 27, 2007

Kırmızı Tişörtlü Zibidi


Çok daha iyiyim, toparlandım en önemlisi ne istediğim kafamda netleşti. Ne istediğini bilmek gibisi yok. Elde edersin edemezsin ayrı hikaye. Hem ben elde etmek için de uğraşıyorum. Lay lay laayy.. Keyifliyim. Hayat güzel de olabilir sanki.

Hadi bakalım.

Başlığın alamet i farikası ise bugün Genel Müdürlüğümüze toplantıya gittim, toplantıda Genel Müdür Yardımcıları felan da vardı. Herkes bu yaz günü hem takım elbise giymiş, hem de koyu renk giysiler giymişler.. Böyle toplantıların adabı buymuş. Büyük insanlarla yapıyoruz ya.. Evet Talisman'ın üstünde ne olduğunu doğru tahmin ettiniz: Kırmızı tişört.. :) Neon ışıkları ile işaretlenmiş gibiydim. Kendimi hiç bu kadar zibidi hissetmemiştim :)

Monday, June 25, 2007

Yaşamak İstemem !


Çok kötü dağıttım ben yaa. Yani öyle böyle değil.

Normalde de bir kaç parça olurum hep, biraraya zor şer getirir, hayatım dediğim şeyi sürdürmeye çalışırım ama bu sefer öyle bölünüp parçalandım ki ve bu parçalar içinde o kadar çok birbiriyle çatışan var ki.. Sersem gibiyim. Rüyada yaşıyorum sanki.

Mutsuz değilim yanlış anlamayın ama garibim. Aklım başka yerde, başka yerlerde. Ben nerdeyim? Bu insanlarla ne işim var? Böyle devam etmemeliyim. Kendimi toplamalıyım.

Ah biraz disiplin.. Bir parça bee..
Hedonistliği abarttım.
Offff.
Öyle de sıcak ki..
Her yer bi bakır sıcaklığında sanki, ağzımda kötü bir tat..
Biraz tazelik, bir parça yeni ama sadece yeni değil güzel heyecan, biraz öz disiplin çokça da ilgi ve sevgi istiyorum. En başta kendimden ve kendime. Başkalarına veriyorum zaten bunları bol bol, ama kendime veremiyorsam başkalarına verdiğime de ne kadar güvenebiliriz ki?
Notlar:
- Secret a gıcığım. Okumadan gıcığım daha önce de yazmış olabilirim. Pis secret, zaten Ayşe Arman ballandıra ballandıra Secret ın yayımcısının kendini dolandırdığını yazmış. Öyle de yazmış ki sanki matah bişey gelmiş gibi başına. Ayyy hepiniz birbirinize aitsiniz. Ayşe Arman, yayıncı daha başka bilmem kim bok püsür.. Sizi okuduğuma göre ben de ne yazık ki size aitim. Bırrrr.. İğrenç.
- Ankara da fena şehir değil ama İstanbul Ankara yı döver. (Özür dilerim Deriellam :))
- Okulumu deli gibi özlemişim. Çimenlerini hele. Canım canım okulum.
- 10 sene sonra üniversite arkadaşlarımı gördüm kimse değişmemiş, anfiye girince 10 sene önceki anfiye girmiş gibi oldum bi ürperdim bi şaşırdım. Bizim bölüm okulun en tiki bölümü olduğundan pek kimseyle muhabbetim yoktu. Gerçi artık komple tikiyiz ama o zaman çok fazla değildi bunlar. Pijamalı salaş yurt insanları ağırlıktaydı iyi ki de öyleydi, o yüzden bölümden çok yurtlar bölgesinden bir sürü arkadaşım oldu okulda.
-Burak Kut u bulana ve getirene ödül veriyorum, komple katil olcam. Canlı ele geçsin mümkünse..
- Lost tan sıkıldım. Ufff..
- Dr. House tan nefret ediyorum.
- Heroes a ısınamadım.
- O.C. diye bir facia vardı, ne oldu ona? Küçük Emrah oynuyodu onda sarı peruk takmış :)
- My Name is Earl ü özledim, hala oynuyo mu?
- Simpson lara hep hastayım bir de SpongeBob a , SpongeBob olmak isterdim.
- Polyanna ile ilgili söylenecek yeni birşey yok.
- Hayat çok garip hem de az saçma mı ne?


Yavuz Çetin le son noktayı koyalım..Güzel insan. Dediğini de yaptı, aramızda yaşamak istemedi ve gitti. (İlgilenenlere:http://stu.inonu.edu.tr/~nfirat/yavuz.html)

Bana öğretilen herşey
Bana önerilen herşey
Bana dayatılan yaşantı
İşe yaramaz bir çöplük
Yarattığınız sistemler
Kullandığımız yöntemler
Yaşamak istemem artık aranızda
Belki de terslik bende
Yapamadım bu düzende
Kaçacak delik arar oldum
Sürüngenler şehrinde
Eğitilmiş köpekler
Doymak bilmez maymunlar
Yaşamak istemem artık aranızda

Benden bir ruhsuz yaratmayı
Nasıl başardınız
Benden bir hissiz yaratmayı
Nasıl başardınız
Benden bir uyumsuz yaratmayı
Nasıl başardınız
Benden sizden biri yaratmayı
Nasıl başardınız
Yaşamak istemem artık aranızda

Wednesday, June 20, 2007

Jeff Buckley (The Naive Beauty)


LILAC WINE

I lost myself on a cool damp night
I gave myself in that misty light
Was hypnotized by a strange delight
Under a lilac tree

I made wine from the lilac tree
Put my heart in its recipe
It makes me see what I want to see and be what I want to be..

I think more than I want to think
Do things I never should do
I drink much more than I ought to drink
Because it brings me back you

Lilac wine is sweet and heady, like my love
Lilac wine, I feel unsteady, like my love

Listen to me...
I cannot see clearly
Isn't that she coming to me nearly here?

Lilac wine is sweet and heady
where's my love?
Lilac wine, I feel unsteady,
where's my love?

Listen to me, why is everything so hazy?
Isn't that she, or am I just going crazy, dear?

Lilac Wine,
I feel unready for my love

Tuesday, June 19, 2007

Öyle..

Asabım bozuk notlar şeklinde yazcam:

- Hafta sonu bir arkadaşın benim gibi sinema delisi bir arkadaşı ev sinema festivali yaptı. Ama az buz bir girişim değil bu, çocuğun çok geniş bir salonu var bir duvarını bembeyaz boyamış, projektör almış, camlara deri siyah perdeler diktirmiş, 5+1 ses düzeni de var.. Var yaa resmen evde sinema salonu var, harika birşey. Dibim düştü benim, hayatta ilk kez birinin maddi bir varlığını kıskandım.. Off çok kıskandım.. bu arada öğrendim ki 7 tane film üstüste seyredebiliyorum uyumadan, 8. de uyuyorum :) Bu sinema festivali Cumartesi 11.00 de başlayıp Pazar 11.00 de sona eriyordu, 24 saat sinema.. Süperdi süper.. İlgilenenlere film listesini verebilirim. Güzel seçimlerdi.Ha bu arada çocuğun bir de balkonu var denize nazır, bu ne bal yahuu.. Tek olumsuz tarafı evin Avcılar da olmasıydı, dünyanın bir ucuymuş Avcılar..

- Cuma gecesi ve Pazar bütün gün bizim işteki sevgili arkadaşımızlaydım. Daha önce bu kadar diyalog kurma fırsatı olmamıştı hiç. ( Bu işyerinde beğendiğim insan olmakta olup daha önce bahsetmiştim kendisinden) Neyse çok hoşsohbet, çok tatlı bir tip, sanırım yine yeminimi bozup arkadaş oldum :) Duramıyorum birini beğenirsem arkadaş oluyorum. Bilmiyorum belki benim durumumda (ne varmış len durumumda pehh) herhangi birinden hoşlandığımı bile itiraf etmemem gerekir sanırım, yani bu anca espri konusu olabilir. (Kompexler geliyor kaçıın :)) Ama ne yapayım yaa, yani kim beni umut ettiğim için mahkum edebilir. Tecavüz etmiyoruz ya çocuğa.. Bak gene sinirlendim.. Zor iş "ben" olmak ama güzel de.. Kendimi biraz da içim sızlayarak seviyorum.

Bu arada Deriellacığımın blogundaki yorumlarda Mahrem den bahsedilmiş, bu kitap aklıma geldi onun güzel bir bölümü var bu konu ile ilgili, insan belli bir kiloda ise karşı cinsle herhangi bir münasebetin fikrini bile aklına getiremez gibilerinden. Güzel kitap Mahrem, çok güzel, çok değerli. Elif Şafak ı anlatayım ben gelecek postlarımın birinde.

- İlk kez sanal bir arkadaşımla buluştum: Sevgili Limonağacı.. Çok tatlı, çok sevimli, şeytan çekici bir kız, damarlarında "hayat" dolaşıyor. Çok keyifli bir akşam geçirdik. Blogun güzel bir özelliğini de keşfettim, Limon benim negatifim gibi, yani tam anlamıyla zıttız. Ama bu derece zıt insanlar olarak (zıt ı olumsuz kullanmadığımı belirtmeme gerek yoktur) blog sayesinde biraraya gelip paylaşımda bulunuyoruz. Gündelik hayatın bizi, bize az ya da çok benzeyen insanlarla karşılaştırma handikapından kurtuluyoruz. Bu harika, ufuk geliştiren birşey. Sağol Limoncum, bıcırım benim :)

- Doktora gittim insülin direncim daha iyi, tam istediği gibi değilmiş ama doktorun, ezgersiz -diyet yapacağım 3 ay daha beceremezsem bana ek ilaç verecek, bırr çok korkutucu asla ek ilaç filan istemiyorum. Halledicem şu işi hayırlısıyla..

- Pollyanna iyimser değil mazoşist..

- Biri bana burda neler olduğunu anlatabilir mi dostuum? :)

Hoşçakalın,

Komplekslerine batıp çıkan, dalgalanıp durulan
Talisman..

Not: Bu fotoğrafları da da gözüm gönlüm açılsın diye koydum, var mı abi bi itirazınız? Hırrrrr..

Friday, June 15, 2007

Kemalettin Tuğcu



Okuma serüvenim henüz okumayı öğrenmeden başladı..
Şöyle ki evdeki tüm kitapları (resimli olanları tabii, özellikle Walt Disney çizgi romanlarını) her yakaladığım büyüğün burnuna tutup "oku" diyerek okutmadan bırakmamak alışkanlığı edindim. Zavallı ailem o kadar bezdi ki benden, amcam okula gitme yaşım gelmeden oturup bana okuma yazma öğretti, sırf yakalarından düşeyim diye :))

Gerçi bundan önce bir de "Uçan Fil Dumbo" yu çok okutarak ezberlemiştim. Köyün ilkokul öğretmeninin bizi ziyaret ettiği bir gün de bizimkiler muziplik yapıp "Bakın çocuk okuyor" demişler ben kitabı alıp ezberimden okumuş ama sayfaları filan tam zamanında çevirerek kitaptan okuyor izlenimi vermiştim. Daha doğrusu vermişim, çok iyi hatırlamıyorum. Kadıncağızın yüreğine inmiş.. Bizimkiler pek güler buna :)

Neyse dağıtmıyım, okuma yazma öğrenir öğrenmez de cup diye daldım kitaplara, çıkmamacasına. Hatta bizimkileri baya endişelendirecek kadar. Acaip asosyaldim küçükken, varsa yoksa kitaplar, gerçi şimdi de çok sosyal bi tip filan değilim ama eskiyle kıyaslarsak sosyallikten geberiyorum. Yaşıtlarım hoyloyloy oynarken ben gece gündüz kitap okurdum, çok hoşuma gittiğinden ya da kitap okuyum bilgili olayım filan diye değil, beni hayata bağlayan şey kitaplardı. Başka şey bilmiyordum, başka hiçbir şey bana herşeyi unutturmuyordu. Şimdi de hiçbir kitabı bilgili olayım diye okumam.

Bu zamanlarda az da büyüdükten sonra Kemalettin Tuğcu yu keşfettim. Bilenler bilir onu. Kitaplarında hep sokak çocukları, anasız ya da babasız kalmış çocuklar olur. Üvey anneler, babalar da bonustur bu mutsuz çocukların başına. Çok acı çekilir, sefalet çekilir, hatta üvey anne yemekte zeytin yer, çocuğa doğru düzgün yemek vermeyip bu zeytinleri sıyırttırır- kendi yediklerini yani. (Bu bana pek korkunç gelmişti.)

Kah sokakta kalır çocuklar, kah hastalanırlar, kah anneleri çok hastadır bakmak zorunda kalırlar. Çırak girerler kimi zaman babacan kimi zaman çok sert ustaların yanına. Usta muhakkak bir gün para bırakır tezgahın üstünde bakalım parayı alacak mı yoksa teslim mi edecek diye dener küçük çırağı.. Kah birisi çocuğu yapmadığı bir suç bir hırsızlık için suçlar, masumiyeti anlaşılana kadar hop oturur hop kalkarsınız.

Ama iyi adamlar da vardır romanlarında, bu çocuğa kol kanat geren, alıp lokantaya götüren muhakkak piyaz yediren (bu ayrıntıyı hiç kaçırır mıyım ben) evine alan, okutan insaniyet sahibi insanlar da çıkar. Bazen uzun sürer bu durum kurtulur çocuk, bazen kısa sürer, belki bir iftira ile belki kötü adamın düzenbazlığı ile çocuk yine sefalate döner.

Bu kitaplarda bir naiflik vardır, eskiye aittir. Yani kötü adam cezalandırılır, er ya da geç, arkadaşları tarafından alaya alınan bir çocuğun arkadaşları er geç hatasını anlar özür diler, üvey anne tövbe eder, son nefesinde bile olsa, üvey baba kendi kazdığı kuyuya düşer. çocuklar okur bir şekilde, ilk kardeş ötekilere bakmak için kurban olsa da bazen yine de küçüklerin hayatını kurtarır. İnsanın içindeki insan yana naif yana hitap eder kitapları.

Kimisi ajitasyon der küçümser Kemalettin Tuğcu yu, kimi edebi değerini eleştirir. Vız gelir bana. Küçüklüğümde bana pek güzel arkadaş olmuştur o sokak çocukları, yetim, öksüz çocuklar, bugün içim sızlayabiliyorsa hala bir çok haksızlığa belki de birazını Kemalettin Tuğcu yerleştirmiştir içime o hislerin. Ve ben memnunum o hislerden..

Hem benim birtanecik babaanneme en çok okuduğum kitaplardır, onun o gerçekmiş gibi olaylara tepki gösterişini en tatlı yaşadığım kitaplardır. Can baba "ben hayatta en çok babamı sevdim" demiş ya, ben de bu hayatta en çok babaannemi sevdim. Ama bu konu öyle bir postla anlatılacak bir konu değil. Anlatabileceğimden de emin değilim.

Öyle bir geçer zaman ki..

Tuesday, June 12, 2007

Let Me Kiss You (I love Morrissey)


There's a place in the sun
For anyone who has the will to chase one
I think I've found mine
Yes, I do believe I have found mine

So, close your eyes and think of someone you physically admire
And let me kiss you, let me kiss you

I've zig-zagged all over America and I cannot find a safety haven
Say, would you let me cry on your shoulder
I've heard that you'll try anything twice

Close your eyes and think of someone you physically admire
And let me kiss you, let me kiss you

But then you open your eyes and you see someone that you physically despise
But my heart is open, my heart is open to you.
Morrissey

Monday, June 11, 2007

Hay bin kunduz..


Var ya hafta sonum çok pis geçti benim..

Herşey Cuma akşamı başladı, amcam var benim onu aradım. Ama şimdi anlatacağım şeyi anlamanız için az daha gerilere gitmeliyiz. Bir amcam var evet, herkesin amcası gibi değil, hem herkese benzemeyen bir insan olduğundan hem de yakınlığımız normal amca- yeğen ilişkisinden çok daha fazla olduğundan..

Benim babam öldü ben 11 yaşındayken. Hiiç ajitasyon yapmak yok, tamam çok beter birşeydi, ama ne acı mı diyelim, yoksa ne iyi mi, şu anki günlük hayatımda çok da yeri yok bu acının, arada gelen acılar bunlar, bu ölüm acıları.. Bir kokudan, bir sesten, ufak bir olaydan hatırlayıp burun sızlatan birşey..

Amcam da babam gibi biridir, insanın babasının yerinin doldurulması gibi birşey sözkonusu değildir ona inanmam ama amcam bir babanın yapması gereken ödevlerin hepsini hiç yüksünmeden bizim için yerine getirdi, bunu çok rahat söylerim. Ve bir baba nasıl severse çocuklarını o da muaazzam bir sevgi ve emek verdi bize.. Yani demek istediğim siz yazının bundan sonraki amca geçen kısımlarına gönül rahatlığı ile baba kelimesini yerleştirebilirsiniz kafanızda, normal bir amca dan bahsetmiyoruz, anlaştık mı? Peki..

Şimdi bu amcam gençliğinde judodur, tekvandodur, bilumum uzakdoğu sporlarını yapmış, cümlesinde de çok başarılı olmuş, birssürü madalya sahibi bir sportif tiptir. Hayatında hastalık yüzü görmemiştir, yattığı odada elma donmuştur, bu o elmayı alıp yemiştir filan böyle efsanedir bu konuda.. Ve fakat yaşı da 50 yi aşmıştır, 50 biliyorsunuz genetik mirasın yavaş yavaş insanı bulduğu bir yaş, amcamı da bulmuş, pis genetik miras, amcam 15 gün önce filan hastalandı.

Önce böbrek sancısı ile başlamış, kendisi ilaç alıp içmiş, asla doktora gitmez, böbreği geçer gibi olmuş ama ateşi çıkmış, bir halsizlik bir bitkinlik ama inadı inat doktora gitmiyor, ben bazen bu kendine zarar verme inadı nerden geliyor bende diye merak ederim, uzağa gitmeye gerek yok, kaya gibi inat var karşımızda.. 15 gün doğru düzgün birşey yememiş, boyuna meyve suyu içmiş. Çook halsiz düşmüş, sonunda da banyoda dengesini kaybedip düşmüş, şimdi bu çok acaip, banyoda bir leğen varmış, kafası ona denk gelmiş, ya o leğen olmasaydı sorusu var ya, bitiriyor insanı. Yahu bu derece ince bir çizgi mi vardır yaşam ölüm arasında, yani bu yaşam la ölüm yahu az daha ayrık durmaları gerekmez mi bunların..Deliriyorum düşündükçe..

Neyse Allaha bin şükürler olsun hiçbir şey olmamış, doktor da gelmiş böylece.. Sonuç: şekeri çıkmış hem de 480 e.. Aman Allahım yahu, Cuma günü ben bu gelişmeleri duydum işte.Hemen ayarladım uçak bileti vb yola çıktım, hafta sonu yanlarındaydım. Şimdi, bu hastalık aslında çok illet değil, yani şükürler olsun ki tedavi edilebilir bir hastalık bir sürü insanda var, dediğim gibi bizim genetik miras ta pistir. Yani eninde sonunda patlak verecek, bu değil acıklı olan ki iyiki de değil.

Ama şöyle birşey var, bu erkeklerin ağlamalarını görmek acıdır ya, bir çaresiz hissedersiniz bir eliniz ayağınız çekilir, hastalandıklarını görmek de aynı etkiyi yaşatıyor. Alışmamışsınız bir kere, öyle hasta görüverince, Allahıım ne kadar zor.. Bu erkeklere yazık yahu, böyle biz kadınlar mı yapıyoruz, anneler erkek çocukları böyle mi yetiştiriyor, yoksa yapıları mı böyle? Hep kuyruğu dik tutmalılar, yahu gevşeyin, insan bu, hastalanmaz olur mu?

Bir de insan böyle zamanlarda içinde o yakınına karşı ne kadar çok sevgi olduğunu daha bir anlıyor yani bunu nasıl anlatsam, sevgi içinize sığmıyor sanki, ağlayasınız geliyor ama hasta birinin yanında ağlanmaz ki, siz de kuyruğu dik tutmak zorundasınız. Bir zor, bir zor, hayatta böyle tıkanmadım sanki.. İşin komiği dönerken uçakta izin verdim kendine tamam ağlayabilirsin diye, bu sefer de ağlamadım, gözyaşı bezlerim de inat. :)

Neyse, amcam daha iyi idi ben bıraktığımda, günden güne daha iyi oluyor, sapasağlam da kalkacak inşallah, dikkat de eder o bilirim.. Bir anı olacak bu haftasonu da.. Küçücük bir çocuk gibi dua etmek istiyorum: "Allahım, sevdiklerimi koru.." Amin..

Not: Sırat köprüsü bu yaşammış sahiden, kılda ince, kılıçtan keskin..

Not2: Bu Pollyanna gerzek var ya, çocuk hastalıkta bile olumlu yan bulmuştu.. Manyak piç.. :)
Not3: İlk kez bir sanal dostum beni merak ederek mesaj attı. Sağol Limonağacım benimm.. Çok duygulandım..

Not4: Su kaçırdık not bırakmakla ama amcam en son "Uzay filmlerindeki yumurtasından çıkan yaratıklar gibi sallanıyorum" deyip güldüğünde içim rahatladı iyice, bir insanın mizah gücü geri gelmişse, olmuştur, iyileşmiştir o..

Hişşş,iyi bakın kendinize..

Wednesday, June 06, 2007

Günlük Hayatta En Çok kullandığım Saçmalıklar



- 5 kere 5 in 35 ettiği diyarlar istiyorum ben anlıyor musun haa? (Bu replik istisnasız yanımda oturan her iş arkadaşıma 1357 kez kullanılmış kendileri fecii ikrah etmişlerdir. Naapiyim seviyom yaa)
- Hadi ..ktir olup gidelim burdan.. (Bunu herkese kullanmam beni yargılamayacağını bildiğim insanlara karşı kullanırım.)
- x' le yaşlanmak istiyorum. (Bu x herşey olabiliyor, insan olması şart değil yani, mesela güzel bir dergi mi gördüm beğenme cümlem bu, her tür nesne olabilir, ha tabii arkadaşlara da gözler baygınlaştırılıp "seninle yaşlanmak istiyorum" da denir, yan etkisi yoktur, sıhhidir.)

- 1357 kere söyledim gene olmuyor..(Buradaki eylm çok farklılık gösterebilir, sabit olan 1357 - ki kendisi ilk madede de arz-ı endam ediyor- o benim abartma sayım. Bilinçsizce birşeyi abartacaksam "1357 kez" diyorum. ne alıp veremediğim var 1357 ile bilmem..)

- Anaaaaaa ve Aaaaaa (Bunlar her gün yine bilinçsizce kullanılır. Yanlız "Aaa" yı en fazla rehberli gezilerde kullanıyorum onu farkettim. Rehber birşeyler anlatıyor gruba, grup sessiz, sonra benim ilgimi çeken birşey söylemişse benden sesli bir "Aaaaa" çıkıyor. Gruptakiler dönüp bi şaşkın bakıyorlar. Bilerek mi yapıyom bee, çıkıyo işte.. Hallah hallahh..)

- Hass..iiiir.. (Buna çok alıştım bir gün işyerinde ve samimi olmadığım kişilerin yanında da söyliycem diye korkuyorum. Oh bebek çok korkuyorum. (ehehe Orçun Kunek) Üstelik şaşırınca da, kızınca da sevinince de, iltifat etmek isterken de kullanıyorum, çok tasarruflu bir laf, herbir kılığa giriyor, gel de sevme..:))

- Önünde saygı ile eğiliyorum. (Böyle otun bokun önünde saygı ile eğiliyorum, çok kullanıyorum bunu da, ağır bir beğenme halini tasvir ediyor.)

- Kaçtım. (En sevdiğim şey, kaçmak :) aha kaçıyom şimdi de, tutmayın beni :))

Not: Bu yazı konusu ever fever bey den aparılmıştır. O buna benzer yazmış, hoşuma gitti ben de benimkileri yazdım. Pişman değilim.(Aa bunu da çok kullanırım.)

Bi daa not: Ya link koyamıyom ever fever arkadaşın direk adresini veriyim:
http://everfever.wordpress.com/

Bu arada yine bir foto konu alakasızlığı oldu ama Garry Oldman da Natalie Portman da çok şirin değiller mi Allahaşkına? Hem de Leon da.. Mis mis..

Friday, June 01, 2007

Et Pazarı


Siz de Hürriyet, Milliyet gazetelerini internette açınca gözünüze gözünüze giren çıplak kadın fotoğraflarından rahatsız mısınız?
Ben rahatsızım.

Belirtmek isterim ki çıplak fotoğraflara hiç bir itirazım yok aksine estetik olanları çok da severim, kadın erkek farketmez, erkek olursa daha bir hoş olur ama :) Nudistleri de sevimli ve naif bulurum. Yani bu sitelerden bol bol olsun hatta ben de bakayım no problem..
Fakat günlük gazeteyi açınca haberden çok, ordan burdan fırlayan provokatif çıplak kadın resimlerinin masumluğuna, hoşluk olsun diye oraya konduğuna inanmıyorum. Müşteri çekmek için vitrinini düzenleyen yağlı, ellerini ovuşturan tüccarlar gibi görüyorum o zaman gazetecileri. Ve bunun için kadınların özellikle kullanılıyor olması da -ne biliyim cinsellik kullanılacaksa iki de çıplak erkek koy di mi, yok- ayrıca canımı sıkıyor.
Not: Güzel resim koydum ki sinirimi alsın, konuyla alakası olmasa da :)