
Ordan, burdan:
- Herşey ama herşey konusunda kafamın karışık olmasından bıktım. Bir tane net fikrim olsun istiyorum. Ya da değişmez yargılarım filan olsun. Ben herşeyi mümkün olarak görüyorum. Yani bu doğru diyemiyorum birşeye, yanlış da olabilir şeklinde düşünüyorum ve asla tam olarak seçemiyorum. Bu iğrenç. Birşeye inanıp peşinden istikrarla gidenlere şaşıyorum. Ben inanmaya inanmıyorum belki de..
- Kadınları ya kanatsız melek, kutsal ana ya da orospu, fahişe hiç değilse potansiyel orospu olarak görenlere gıcık oluyorum. Yani sanırım erkek nüfusunun %80 ine, kadın nüfusunun da %70 ine gıcık oluyorum. O kadar yaygın ki bu, illa bu iki uçtan biri olacağız. Saygı görmek için rahibe gibi davranmamız, ya da bu durumu fake etmemiz bekleniyor. Hem aklı çalışan, değerli şeyler yapan, ahlaklı bir kadın olup hem de sevişemeyiz sanki. Ve para alsak da almasak da eğer sevişiyorsak orospuyuz. Neden anlamıyorsunuz? Sadece insanız yahuu. İnsan, bildiğin insan. Ya kutsal melek ya da cadı değiliz. Bu kutsallık ukdenizle bizi hapsediyorsunuz, biz de inanıyoruz, biz de o ülküye ulaşmaya çalışıyoruz. Hep yarım kalıyoruz. Ya ruh ya beden şeklinde bir seçim istemiyoruz, hem ruh hem beden olmak istiyoruz ve derecesine kendimiz karar vermek istiyoruz, seçimlerimize saygı istiyoruz. Bu kadar.
- If Istanbul başlıyoor :) Güzel fimler var. IfIstanbul, bağımsız filmler festivali bu arada. Aha bu linki: http://2009.ifistanbul.com/
Benim liste şöyle:
Bi the way: İnsanlara biseksüellikle ilgili fikirlerini sordukları bir belgesel çekmişler. Hem belgesel severim hem de bi olayı ilgimi çekiyor. Niceee..
Be like others: Bu filmde de İran daki eşcinseller var. İran da ilginç bir yasa var, eşcinsellik suç ve cezası ölüm ama eşcinsel olup da cinsiyet değiştirirsen, yaşayabiliyorsun. Yani ülkede eşcinseller istemeden de olsa cinsiyet değişikliği ameliyatı olabiliyorlar. Çok acaip. Çok vahşice.
Tokyo: 3 kısa filmden oluşuyor, üçü de tokyo da geçiyor. Yönetmenler harika, Bong Joon-Ho (bunu tanımıyorum), Leos Carax (Köprüüstü Aşıkları) ve Michel Gondry (Eternal subshine of the spotless mind) Ama beni özellikle ilk filmin konusu etkiledi. Japonya da mrü boyunca bir odada çıkmadan yaşayan, annesi filan bakan ve asla asla evden çıkmayan insanlar var. Hikikomori deniyor bu insanlara. İlk filmde böyle birinin öyküsü var, eve gelen pizzacı kıza aşık oluyor böyle bir kahraman. Ay çok heyecanlıı..
Afterschool: Bu filmde hem ergenlik hem bilgisayar , sanal dünya çılgınlığı var. Tam bana göre.
Religious: Bu da belgesel bu sefer insanlarla din üzerine muhabbet ediyorlar. Tanrı, inanma üzerine. Bakalım.
Sita Sings the Blues:
Hem Hint filmlerinin cümbüşü hem animasyon. Severim.
Salamender: Hapisten yeni çıkan bir anne küçük oğlunu alıp Patagonya da küçük bir köye yerleşiyor. Bu da bir büyüme öyküsü, benim zaafım..