
İş bu yazı, Passive Apathetic kardeşimin şu yazısının üstüne "küçelere su serpmişem" türküsünü hatırlamam üzerine yazılmıştır.
Biz küçükken yaz tatillerimiz köyde geçerdi. Öyle yaz tatilinde denize gidilsin, tatil köyü ayarlansın muhabbeti filan zinhar yoktu. Hem maddi güç bakımından hem de akla gelmeyen bir alternatif olduğundan.. Çünkü temelde köyle organik bir bağ vardı, şehire okumaya gidilinirdi. Eh okul yoksa da köye gider evinde otururdun, başka ne olacağıdı ki? Keyifliydi köyde olmak. Hem de gerçek anlamında keyif. Şimdi otu boku tanımlamak için şapşalca kullanılan bir kelime olarak keyif değil. Ben sıkılırdım gerçi ama bu köyün kabahati sayılmazdı. Kendimi bildim bileli sıkılırım ben. Köyde daha da sıkılırdım. Boyuna kitap okurdum. Evde deli bir kitap bolluğu vardı. Her çeşidinden. Ama ailem bundan pek memnun değildi. Kitap okumamdan değil de kitap okumak dışında hiçbirşey yapmamamdan muzdariptiler. Benim asosyal, garip bir mahluk olacağımı, hayatı bilmeyeceğimi filan düşünüyorlardı muhtemelen. Haklılardı da, gerçekten öyle oldum.
Tedbir olarak buzağıları verdiler bana. Onları otlatıyordum. Seviyordum buzağıları ama yine sıkılıyordum. Az da tembeldim üstünüze afiyet. Bunlar ahırdan çıkınca deli gibi olurlardı. Ömrü hayatımda gördüğüm en gerçek ve büyük coşku, bu hayvancıkların ahırdan çıktıklarında gösterdikleri coşkudur. Ele avuca sığmazlar ve cidden bu coşkuyu nasıl göstereceklerini bilemezler. Önce gözlerine bir deli bakış gelir sonra delice hoplarlar, çifte atarlar, bir oraya bir buraya koşarlar. Tamamen koşup gözden kaybolmamaları için senin de oraya buraya koşman, hayvanları belli bir sınır içinde tutman gerekir. Çünkü tutsaklıkları yıllanan inekler evlerini bilirler ve kuzu kuzu ahıra dönerler ama bu küçümenler henüz bir ahıra dönmeleri gerektiğinin bilincinde değillerdir. Tabii yapılan çok zalimce birşey de değil, kaybolurlarsa gene kendileri zarar görür. Ya açık bir tarlaya dalar, yemekten çatlarlar, (İneklerde doyma güdüsü yoktur, ölene kadar yerler, çok dikkatli olmak gerekir dolu tarlaya girmemeleri için.) ya da yiyecek bulamazlar açlıktan ölürler. Ya da bu benim savunmam, bilemiyorum :) Her neyse dediğim gibi, baya yorarlar insanı, ben de tembel olduğumdan bu dana olayı da gererdi beni.Genel bir sıkıntı içinde dolanırdım.
Bu sıkıntı içinde çok mutlu olduğum bir saat vardı ama. Her gün akşam, daha ortalık tam serinlememişken, köyde herkes kapısının önüne çıkardı. Ve kapının önünü sulardık. Allahım nasıl güzel kokardı toprak. Toz yatışırdı, sanki yaz sıcağı tüm gün üstüne binmiş te, o toprak sulandığı anda üstünden inmiş gibi olurdu. Mükemmel bir dinginlik. Herkes hafif sırıtır, kapının önünde muhabbetler başlar. Bazen çay eşlik eder, çoğu zaman da çekirdek yenir. Çocuklar gene yukarda anlatılan buzağılar misali koşturur. Herkesin üstüne bir huzur gelir. Toprak az kurumayagörsün, hemen suyu dayarsın tekrar, toprak kokusu düzenli aralıklarla yükselir. Taa ki hava kararana dek. Hava kararmadan hemen önce de inekler otlaktan gelir zaten. Koşturmaca gene başlar.
Bir de güzel bir Azeri türkü vardır. Ezginin Günlüğü' nün açık ara en iyi albümü "Alagözlü Yar" da vardır. "Beş katlı evin altıncı katı" isimli güzel bir Azeri romanında da geçer bu türkü: "Küçelere su serpmişem"
Küçe sokak demektir ve ben bu türküyü her dinleyişimde, bu kapı önü sulama ritüelimizi hatırlarım, burnumun direği sızlar.
Şöyle gider türkü:
küçelere su serpmişem
yar gelende toz olmasın
eyle gelsin eyle gitsin
aramızda söz olmasın
samavara od salmışam
istekana gend salmışam
bir haftadır tek galmışam
ne ezizdir yarim canım
piyaleler ıraftadır
her biri bir taraftadır
görmemişem bir haftadır
ne ezizdir yarim canım
Sevdiğin, sen geldiğinde toz olmasın diye sokaklara su serpiyor. Ben burda susarım, daha da konuşmam.